Film Festivali’ndeki sansüre, sinemacılar haklı ve doğru bir tepki verdi. Dün gece, 22 sinemacı ortak bir açıklamayla filmlerini festivaldeki gösterimlerden ve yarışmadan çekti. Çektiler, çünkü onların kendi emeklerinden, yaratıcılıklarından başka hiçbir silahları yok. Devlet sinemaya keyfi müdahalelerde bulunduğu, baskıcı dönemlerin karanlığında kaldı diye sevindiğimiz sansür mekanizmaları yeniden yeniden hortlatıldığı sürece, sinemacılar da diğer sanatçılarda izleyiciler de ülkenin bütün vatandaşları da bir tepki vermek zorunda. Sansürün olduğu yerde sanat, sanatın olmadığı yerde yaratıcılık ve ifade özgürlüğü olamaz. Kimse böyle bir Türkiye ’de yaşamak istemez, istemiyor.
Altın Portakal’da Reyan Tuvi’nin belgeselinin yarışmadan çıkartılmasının arkasında da güncel siyasetin etkisi vardı. Sonuçta o zaman da sinemacılar sessiz kalmadı. Ama bir yandan olan festivale oldu… Bu kez İstanbul Film Festivali’nde devlet açıkça, doğrudan müdahale etti ve bir filmin gösterimini engelledi. Bakur/Kuzey’in gösteriminden bir gün önce, festival yönetimine filmin ‘kayıt tescil belgesi’ olmadığı, gösterilemeyeceği hatırlatıldı. Oysa belgesel ya da kurgu pek çok film gösterime girmeden bu belgeye başvurmuyor ve festivallerde öylece gösteriliyor. Devlet canı istediğinde bu yasal zorunluluğu sıkı sıkıya uygulamaya karar veriyor, gösterilmesini istemediği filmi yasaklamak için kullanıyor. Festivaldeki sinemacılara, Kültür Bakanlığı’nın hızlıca gerekli belgeyi vermeye hazır olduğu bilgisi gitmiş. Yani, ‘belgeni al uslu uslu filmini göster’ denmiş. Tabii ki sinemacılar buna aldırmadılar ve çoğu ilk filmini çeken yönetmenler olmasına rağmen, ödül beklentilerini, hayallerini bir yana bıraktılar, verdikleri onca emeğe aldırmadılar. İçinde yetiştikleri festivalin bu yıl neredeyse iptal olmanın eşiğine gelmesini de göze alarak çekildiler… Bundan sonra da bu kararlılığın sürmesinde fayda var. Sansür aracına dönüştürülen her türlü yönetmeliğin değişmesi için ortak mücadele edilmesi gerekiyor. Sanıyorum ki öyle de olacak.
İstanbul Film Festivali Türkiye’de bugün sinema yapan neredeyse herkesin ve bu filmleri izleyenlerin de yetiştiği bir yer. Sansüre karşı çıkmak aslında festivalimize de sahip çıkmak anlamına geliyor. Çünkü biliyoruz ki festival özgürlüktür. Tarihinde sansüre karşı çıkışlar olan, Türkiye’de filmlerin hiç değilse festivallerde özgürce gösterilmesini sağlayan, unutulmaz eylemlere sahne olan İstanbul Film Festivali’nin bu müdahaleye de sessiz kalmayacağını, sinemadan, ifade özgürlüğünden yana tavır alacağını biliyoruz. Nitekim sinemacıların bu kararlı tavrından sonra herkese onlara destek olmak, elinden geleni yapmak düşer. Radikal için de durum böyle.
Radikal Film Festivali’nin 12 yıldır bir parçası. Festivalin içinde, izleyicinin tercihini yansıtan Radikal Halk Ödülü’nü veriyoruz. İzleyiciler ulusal ve uluslararası yarışmada seyrettikleri filmler için oy kullanıyorlar ve her yıl kapanış töreni bu oylamanın sonucuyla açılıyor. Jürinin tercihinden önce, seyircinin tercihi sahneye yansıyor. Bu yıl ulusal yarışmadaki filmlerin neredeyse tümü çekilmiş ve ulusal yarışma yapılamaz olmuş durumda. Uluslararası yarışma sürecek olsa, yabancı film gösterimleri gerçekleşse bile artık festivalin özgür ruhuna, coşkusuna sansür gölgesi düştü. Bu şartlarda bizim de elimizden gelen, sinemacılar gibi ‘hayır’ demek. Sansüre hayır, devlet müdahalesine hayır; sinmiş, tadı kaçmış, buruk bir festivale hayır. O nedenle yıllardır büyük bir gurur duyarak düzenlediğimiz Radikal Halk Ödülü’nü bu yıl iptal ediyoruz. Bizim de elimizden gelen bu. Tekrar herkesin özgürce film izlediği bir festivalde yer alabilmek, filmlerin özgürce çekildiği bir ülkede yaşayabilmek için… RADİKAL