,’… Sana gitme demeyeceğim,
Ama gitme, Lavinia
Adını gizleyeceğim
Sen de bilme, Lavinia. ‘’
Özdemir Asaf, böyle betimlemişti gözlerinin görmek istediği güzellikleri. Bazen kendimizi tanıyamıyoruz. Bu nasıl olur, bu ben miyim, kendimizi yer dururuz. Cesar Aira ‘’ … Derken kendimden sıkılmaya başladım. Aynaya bakınca beni temsil eden bir unsur bile görmüyordum. Görünmezdim.’’ der. Zor zamanlar gelir, geçer ve insan kendisiyle elbet barışır. Yaşımın üstünde yorgunluklarım olmasına rağmen kendimle barışmaya karar verdim kış mevsiminin kar-yağmur karışımı yolculuklarında. Her şey düzelecekti, görecektim. Elbet, her şey yoluna girecekti, belki de o günler gelip geçiyor. Uzun bir süreden sonra ilk kez diyecek bir sözüm, üzerine konuşacağım bir konu var artık. Başlamak yetecek, sonra kelimeler çorap söküğü gibi gelecekti, kendime eziyet etmeyip konuşacaktım. Evet, konuşacaktım. Gel görünüz ki hafıza ne tuhaf şey. Hele ki anılar uykusundan uyandı mı? İnsanı neşeye de hüzne de boğabiliyor. Biliyorsunuz ki aklımız bir küçük mezarlıktır. Bazı şeyleri tekrarlamak, yaşamak, hissetmek güzeldir fakat mezarlıklar bazı vakitlerde tehlikelidir. Acayip bir çağda böyle bir mezarlıkta kalmak! kalmak ki ne kalmak... Benim düşüncelerim, yorgunluklarım, mutsuzluklarım, mezarlıkların yüzlerinde asılı kalmamalı, kitapların ve mutlulukların uçlarına yakın olmalıydı. Boşa geçecek günlerim olmayacaktı bu kış mevsiminin Zap ile birleşen yolculuklarında. Hayallerle gerçekler arasındaki bu ince yolculuk(lar) göz kapaklarımın ağırlığı gibi yeni bir yük de eklemeyecekti omuzlarıma. Umudumu koruyacak ve yeniden yaratılacaktım. Derin bir karanlıktan nefesi kesilecek ölçüde iyi hisseden bir kahramana(!) dönüşecektim. Bunları yazdıkça anlıyorum ki söyleyecek sözüm ve konuşacak ne çok şeyimiz var bu aralar. Anlatamıyoruz kimseye, yargılanmaktan korkuyoruz, tanıdıklarımızdan bile. Her ne kadar bir yabancının hikâyesini anlatmak istesek de eninde sonunda kendi hikâyemizi anlatırız. En iyisi hikâyemizi bir yabancıya –yabancı! Sözcüğünü de çekinerek yazıyorum bu arada - anlatmak.
Öğrenmek ve anlatmak biz insanları korkutmamalı artık. Mümkün olduğunca serinkanlı olmalıyım bu yolculuklarda. Anlatacaklarım, yazacaklarım bildiklerimi unutturmalı, yıkmalı ve tazelememeli durum iyice tüyler ürpertici bir hâl almadan. Bu yolculuklar hayatımın en değişik, en garip yolculukları belki. Evimden uzakta ve yol yorgunu olan, daha önce görmediğim ve yakın bir zamanda tanıdığım insanlara bütün güzel dileklerimi yazıyorum. Bu yolculuğu ya da yolculukları düşündükçe de sayısız ruh hâli ziyaretime geliyor yazının bu nefessiz dakikalarında. En belirgin olanı şuydu: ‘’ Düşündükçe yorulmuyordum, güzel günler için yorulmak keyifliydi. ‘’ Kimse birbirinin tam zamanında değil, derler. Ben bu söyleme katılmıyorum. Hiç söylemeden, konuşmadan, yalnızca bakarak ve bu kadarı yeter diyen iki insanın birbirinin tam zamanında olduğunun en doğru dayanağıdır bu söylemin. Bazen sadece bir selâmı ve güler yüzü dahi insanı bu korkunç karanlığın eşiğinden alıp gün ışığına uyansın diye mezarlıklara sırt çevirmeyelim. Belki de konuşmak için bu yolculukları bekledim gibi. Çok konuştunuz ama bir şey söylemediniz diye bir tebessüm görüyorum şu an yüzünüzde. Bu yazıda bana susmak düşsün, istemiyorum. Şu saatte kendimle savaş hâlindeyim. Ciddiyim. Hiç ama hiç uykum yoktu bu gece. Öylece, durmaksızın yazabilirim, konuşabilirim. Bu gece kitaplardan başımı kaldırdım ve güneş açsın diye geceler. …derken Attila İlhan’ın şu dizelerini hatırladım: ‘’ gelirdi devrilirdi nisan / müstesna çiçek kokularıyla .’’ Bu yolculuklarda bahar gecikse de çiçek kokularında buluşmak yakındır. Hâlâ biraz da olsa umudum var, belki bir gün, belki bir gün... Umudum dikenli yollardan da değil, bilakis çiçekli yollardan serpiliyor yarına. Biliyorsunuz bütün yollar bir yere varmak için yapılıyor. Ben varacağım yere değil de gideceğim yola baktım, durdum hep. Galiba bütün yollar bir yere varmak için de yapılmamış. Bir yol bulsam diyorum artık. Evet, bir yol buldum. Artık bu akşamı, geceyi, yarını ve sonrayı anlamaya gayret edecek bir hâlim var. Turgut Uyar bir şiirinde :’’ Elbet güzel günlerimiz de olacak/ Bir taze ekmek gibi sıcak.’’ der. Ben bu yolculukların kenarında dolanıyorum, belki de içinde yer bulursam mezarlıklarla vedalaşabilirim. Belki de bana düşen bulmak değil, aramaktır. Ece Ayhan’ın bir şiiri gibi: “Gülümseyişin geçmiş şehirlere.” Ne kadar kızgın olsak da bu memleketin yolculuklarına, nice hatıraların gülümseyişi geçmiştir bu şehre ve yolculuklarına. Kim bilir onlar da kimleri memleket gibi sevmiştir.
Yüreklerin aynı yolda yürürken birleştiği yolculuklara ve memleketlere de selâm olsun