OYA BAYDAR/T24
İMC korsan televizyon falan değil, Radyo Televizyon Üst Kurulu’na (RTÜK) bağlı, uydu üzerinden yayın yapan ulusal bir kanal. İMC’nin yöneticisi, zaman zaman bütün televizyonlara olduğu gibi RTÜK’ten kendilerine de uyarı ya da ceza geldiğini, Türk-Sat’ın böyle bir kararı ancak RTÜK’ün talebiyle, belli prosedürler sonucunda alabileceğini, savcılığın Türk-Sat’a doğrudan müdahalesinin hiçbir yasal dayanağı olmadığını bildiriyor.Basın kuruluşları, medya hukuku uzmanları, hatta “bizim bu konudan haberimiz yok” diyerek topu Türk-Sat’a atan Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş bile İMC’nin bu şekilde karartılmasının yasal olmadığını belirtiyorlar. Ama ne gam! 2016 Türkiye’sinde iktidarın ve Saray’ın hoşuna gitmeyen, işine gelmeyen yayınlara, haberlere, gerçeklere geçit verilmemesi; düşünce ve ifade özgürlüğünün, basın özgürlüğünün, her türlü muhalefetin “ihanet, casusluk, terörizm” olarak damgalanması artık gündelik hayatımızın parçası. Fetva yükseklerden geliyor ve devletin bütün kurumları, en başta da yargı, fetvaya hemen uyuyor. Hukuk sınırları içinde kalıp adil karar vermeye çalışanların vay haline; en hafifinden “paralelci” ya da “hain” ilan ediliyorlar.
İMC’nin karartılması basit bir olay değil. İMC, devletin ve Saray’ın Güneydoğu’da sürdürmekte olduğu kanlı savaşın, ana akım medyanın ve yandaş medyanın bize göstermediği gerçek yüzünü becerebildiği ölçüde yansıtmaya çalışan bir kanal. Bunca insanımızı, askerimizi, polisimizi, gencecik çocuklarımızı o savaşa sürüp sonra “şehitlerimiz” diye timsah gözyaşları dökenlerin, şehitler üzerinden oy ve iktidar hesabı yapanların ürktükler gerçekleri, tablonun öteki yüzünü göstermeye çalışıyor. Kuşkusuz bir çok eksiği var ama İMC, haber kanalları arasında halkın haber alma özgürlüğünü korumaya gayret eden bir yayın kuruluşu.
Zaman zaman PKK- KCK komutanlarıyla, Kürt siyasî hareketinin önde gelen adlarıyla yapılmış röportajları ekrana getiriyor. Sanırım bu da kanalın “yargısız infaz”ının nedenlerinden biri. Oysa bence yaptığı iş aslında devlet kanallarının yapması gerek bir medya hizmeti. Bir savaş varsa, onun taraflarının, hasmınızın ne düşündüğünü öğrenmeniz gerekmez mi? “Düşman”ı tanımadan, niyetini bilmeden, farklı düşüncelerle karşılaşmadan nasıl karar verebilirsiniz? Teröristle röportaj yayınlanamaz deniyorsa, uluslararası medya tarihinin en fazla önemsenen haber ve röportajlarının tam da bu türden olduğunu hatırlatmak gerek.
İMC, zon zamanlarda karartılan ilk kanal değil. Daha önce “paralel” denerek de bazı TV kanalları Digitürk’ten, Türk-Sat’tan atıldı. Şimdi soruyorum: Düşünce özgürlüğü, ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü sadece Can Dündar ve Erdem Gül’ün özgürlüğü müdür? Bu konuda çok hassas olan demokrat kamuoyu, başta CHP olmak üzere muhalefet, Silivri’de nöbet tutan aydınlar, sanatçılar, basın mensupları, örgütler aynı dayanışmayı İMC televizyonuna ve diğer kanallara da göstermek zorunda değiller mi? Demokratik özgürlükleri, basın özgürlüğünü (hiç desteklemesek, görüşlerine, yayın politikalarına karşı olsak da) herkes için savunmak zorunda değil miyiz?
Bugün İMC’nin karartılmasına karşı çıkmayan, susan, kem küm edenlerin, yarın sıra kendilerine geldiğinde, (ki bir gün gelecektir) ne söyleyecek sözleri ne de imdat çağrılarına koşanı olur.
“Ortalık çalkalanabilir” ne demek Sayın Cumhurbaşkanı?
İMC ekranının karartılmasıyla ne alakası var diye düşünmeyin, çok alakası var, çünkü fetva mercii aynı. Cumhurbaşkanı Erdoğan Afrika gezisi öncesinde gazetecilerin sorularını cevaplarken, Can Dündar ve Erdem Gül’ün tahliyelerine ilişkin soruya tam tamına şu cevabı verdi: “Anayasa Mahkemesi’nin kararına uymuyorum, saygı duymuyorum. Mahkeme (tutuklu yargılama) kararında direnebilirdi.” Sonra da ekledi: “Ben şimdi gidiyorum, ortalık çalkalanabilir.”
Kendisinin yokluğunda ortalığın neden, nasıl çalkalanacağını anlayamadım ama gerçekten de ürperdim, çünkü bu bir korkutmaca, bir tehdit. Ne ile tehdit ediliyoruz? Kendisinin özel bilgisi, istihbaratı varsa, biz zavallı yurttaşları uyarma adına açıklama yapması gerekmez mi? Ama ben başka bir şeyden korkuyorum: AYM’nin, Saray’ın A planını bozmasından sonra devreye B planın sokulması ve Can Dündar’ın yeniden tutuklanmasından. Olmaz demeyin, vardığımız vahim hukuksuzluk ortamında olmaz, olmaz. O zaman gerçekten de ortalık çalkalanır.
Peki ülkede çatışma ortamı varsa, ortalık çalkalanacaksa bir cumhurbaşkanı ülkesini nasıl terk eder? Anayasal görevlerinden biri de çalkantılı ortamda toplumsal uzlaşmayı sağlamak değil midir?
Gelelim asıl konuya: Bir cumhurbaşkanının, beğenelim beğenmeyelim bu ülkenin en üst yargı kurumu olan Anayasa Mahkemesi’ne uymayacağını, saygı duymadığını söylemesi anayasal suçtur. Ancak Erdoğan bu kadarla da yetinmiyor, “Mahkeme (tutukluluk kararında) direnebilirdi” diyor. Yani mahkemenin kararına doğrudan müdahale ediyor. Olaya kılıf bulmaya çalışan AKP’lilerin, bu bir eleştiridir demeleri de bir o kadar sorunlu. Sen, ben kararı beğenmeyip eleştirebiliriz. Kimsenin umurunda olmaz çünkü ne yaptırım gücümüz ne de kararı veren hakimlerin kaderiyle oynama yetkimiz vardır. Ama yetkili bir kişi, bir cumhurbaşkanı, hele de artık huyunu suyunu, kindarlığını ve inadını iyi bildiğimiz Tayyip Erdoğan “mahkeme direnebilirdi” diyorsa, bu mahkemeye bir emirdir. Ayrıca Hükümet’e, AKP kadrolarına da bir uyarıdır. Netekim, AYM kararı açıklanıp da tahliyeler gerçekleştiğinde, kararı memnuniyetle karşıladıklarını ifade eden AKP grup başkanvekili zat ve benzerleri, iki gün sonra kararın yetki gaspı olduğunu söyleyecek kadar ipotek altındadırlar.
Can Dündar ve Erdem Gül, (basın yasasına göre zaman aşımına uğradığından soruşturma konusu olamayacak) dört ay önceki bir haber yüzünden bizzat Tayyip Erdoğan’ın “Bunu yanlarına bırakmam, hesabını verecekler” demesi üzerine tutuklandılar. Davada Cumhurbaşkanı’nın şikâyetçi sıfatıyla yer alması da Erdoğan için bu davanın kişisel bir hesaplaşma olduğunun kanıtıdır. Ortalık çalkalanır sözü gelişigüzel sarf edilmemiştir. Türkiye’nin özgürlüklerden, demokrasiden, barıştan, hukuktan yana güçleri yeterli tepki ve direnişi gösteremezlerse, hiç kuşkunuz olmasın, ortalığı karıştıracak hamle gelecektir.
İMC’ye sahip çıkmakla, Can Dündar’a ve gazetesine sahip çıkmak o zihniyete karşı aynı mücadelenin parçasıdır.