Kurtulmuş, sadece resmi kurumlarla değil, Türkiye’de medyanın daha iyi bir hale gelmesi, sorunlarının ortadan kaldırılması, Türkiye’nin 21. yüzyılın olağanüstü yoğun şartları altında, bütün dünya ile baş edebilecek güçlü bir medyaya sahip olabilmesi için özel kuruluşlarla da yakın teşrik-i mesaide bulunarak, medyanın sorunlarını çözmek ve Türkiye’yi bu alanda çok daha ileriye götürmekle yükümlü olduğunun bilinciyle hareket ettiğini ifade etti.
Çeşitli sorunları, meslek kuruluşları, dernekler, bu alanda faaliyet gösteren kuruluşlarla yakın temas içinde çözmenin daha doğru, demokratik, çözüm bulucu olacağı görüşünü dile getiren Kurtulmuş, şunları söyledi:
‘Herkese zihnimiz ve gönlümüz açık’
“Hangi medya kuruluşu ‘Biz mesleki alanlarla ilgili herhangi bir çalışma yapmak istiyoruz. Hükümet olarak sizinle beraber iş birliği içerisinde bu çalışmaları yapmak istiyoruz’ derse, herkese zihnimizin ve gönlümüzün açık olduğunu da ifade etmek isterim.
“Türkiye’nin daha ileriye gitmesi, güçlü ve gerçekten Türkiye’yi taşıyabilecek bir medyaya sahip olabilmesi için kimin ne sözü varsa, kim hangi görüşü dile getirmek, hangi sorunu çözmek istiyorsa, iyi niyetli olarak söylenmiş bütün sözleri dikkatle dinleyeceğimizin, hatta bu sözlerin çoğaltılması için ortak mesai harcayacağımızın bilinmesini isterim.”
‘Demokrasinin durduğu yerde medya da durmuştur’
“Türkiye’deki medya gelişmesi aslında birebir demokrasinin gelişmesinin de izdüşümü gibidir. Demokrasinin gelişmesiyle medya paralel gelişmiştir, demokrasinin durduğu yerde medya da durmuştur.
“Örneğin Türkiye’de tek parti döneminin medya anlayışı ile herhalde çok parti döneminin medya anlayışı arasında, varla yok arasında büyük bir fark vardır. Türkiye’de 1960 döneminin, 12 Eylül döneminin, 12 Mart döneminin, 28 Şubat döneminin medyası ile herhalde şimdiki medya arasında varla yok arasında bir fark vardır.
“Bir zamanlar sadece devlet tekeli içerisinde devletin resmi ideolojisinin hem de o dar kalıpların dışına çıkılmaksızın ifade edildiği bir medya anlayışı vardı. Onun dışında hiç kimsenin söz söyleyemediği, söz söyleyenlerin bırakın açık şekilde söylemeyi ima yoluyla dahi söz söyleyebildiği dönemlerde derdest edildiği, içeriye atıldığı, dergilerinin, gazetelerinin kapatıldığı, matbaalarının mühürlendiği dönemleri Türkiye çok yaşadı.
“Ya da darbe dönemlerinin hemen arkasından Türkiye’de nasıl siyaset kurumu bütünüyle kapatıldıysa, ‘Siyaset kapatıldıysa medyaya da ihtiyaç yoktur’ denilerek, medya kurumunun üzerinde de ne kadar büyük ambargolar konulduğunu biliyoruz.
“En postmodern şeklinde görünen 28 Şubat darbesinde dahi birtakım karargahlarda oluşturulan masalarda hangi büyük gazetelerin hangi manşetleri atacağı, hangi yorumcuların hangi konular çerçevesinde konuşacaklarının da tespit edildiği, onlara bir türlü ikna edilerek ya da bir türlü talimat verilerek bunların yaptırıldığını hepimiz biliyoruz.”
‘Siyasetçiler kendilerini muktedir zannediyordu’
Kurtulmuş, bir dönem Türkiye’de kamu eliyle monopol yayıncılık yapıldığını, daha sonra büyük sermaye gruplarının tekelinde olan medya kuruluşlarının ortaya çıktığını, siyasetin uzun yıllar sermaye, siyaset-medya ilişkilerini konuştuğunu anlatarak, büyük medya tekellerinin, büyük sermaye güçlerine dayanarak siyaseti baskı altına aldığını, yönlendirdiğini, siyasetin alanını daralttığını söyledi.
“Büyük medya kuruluşlarının, zengin sermaye gruplarının ortaya çıkardığı iktidar ilişkisi içerisinde iktidara gelen maalesef sivil siyasetçiler de zannediyorlardı ki, kendileri muktedir. Halbuki muktedir olan kendilerine iktidar alanı açan bu sermaye grupları ve o sermaye gruplarının dar monopolisi içinde gelişen medyanın anlayışıydı.
“Bunun böyle olmadığını, bu şekilde iktidara gelen siyasetçiler de sonradan anladılar, ama iş işten geçmişti. Örneğin sadece 12 Eylül ve 28 Şubat süreçlerinden sonra bu tekelci sermaye gruplarının oluşturduğu medyanın siyasetin alanını nasıl yönlendirdiğini, o yönlendirmeler sonunda iktidara gelenlerin sonradan nasıl zavallı durumlara düştüklerini, daha başka bir şey söylememek için bunu ifade ediyorum, hep beraber gördük ve izledik.”
Özel televizyon kanalları
“Bu özel televizyon kanallarımızın da söylediğim üç temel ilkeye riayet ederek, dikkat ederek, yalan yanlış haberler yazmaktan, ‘karşı tarafı köşeye sıkıştıracağım’ diye haysiyetini, onurunu ayaklar altına almaktan ya da ‘Türkiye’de siyaset yapacağım’ diye Türkiye’yi uluslararası alanda haksız yere şikayet etmekten kendilerini korumaları lazım.
“‘Ben şu adama ya da şu partiye kızıyorum ama bu partiyi gidip Türkiye düşmanlarına şikayet edeyim’ gibi bir anlayış olmaz. ‘Türkiye’deki şu uygulamayı beğenmiyorum’… Beğenmeyebiliriz, ama bu uygulamayı gelin her açıdan konuşalım. Beğenmediğim herhangi bir uygulamayı, Türkiye düşmanlarının zafer sarhoşluğu içerisinde kutladıkları masaların mezesi yapmam.
“Şu anda iktidarda biziz. Bizi, 1 dakika bile iktidarda görmek istemeyen arkadaşlarımız olabilir, sonuna kadar saygı duyarım. Ama bizim iktidarımızın bir uygulamasını eleştirecek diye Türkiye düşmanlarıyla kimsenin kol kola girme hakkı yoktur.”İMC