Yüksekova Güncel

EMEP Genel Başkanı Selma Gürkan: AKP’nin açtığı savaş hepimizi vuruyor

Güncel

Türkiye 7 Haziran seçimlerinin ardından yeni bir sürece girdi.

 Bir taraftan sınır ötesi operasyonlarla Kürt bölgeleri bombalanırken bir taraftan da ülke içinde düzenlenen operasyonlarla yüzlerce kişi gözaltına alındı, yargısız infazlara tanık olundu. Çeşitli toplumsal kesimlerin ve siyasi partilerin ittifak yaptığı HDP, seçimlerde barajı aşarak 80 milletvekili ile parlamentoda yer almasına rağmen, özellikle AKP Geçici Hükümeti’nin hedefinde. 

Bütün bunlar ne anlama geliyor? Yeniden müzakere sürecine dönülür mü? İşçi ve emekçilerin nasıl bir tutum takınması gerekiyor? Emek Partisi (EMEP) Genel Başkanı Selma Gürkan’a sorduk.    

7 Haziran seçimlerinde HDP’nin barajı geçmesiyle oluşan iyimserlik havası yerini çatışmalara, ölümlere bıraktı. Bu durumu neye bağlıyorsunuz? 
Hükümet, iç ve dış politikadan ekonomik ve sosyal politikalara kadar yaşadığı tıkanma ve sıkışıklığı baskıları artırarak, çatışma ve savaş kışkırtıcılığına sarılarak aşmaya çalışıyor. Bu kapsamda bir çok nedenden sözedebiliriz. Rojava’da bir halk yönetiminin kurulması, AKP Hükümetinin her yönüyle desteklediği IŞİD çetelerinin bölgedeki saldırısının Kobane direnişi sonucunda kırılarak yenilgiye uğratılmış olması sebeplerden biri. Çünkü Kobane’de IŞİD yenilgisi ile AKP Hükümeti’nin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bölgeye dair hesapları bozuldu. Bir başka neden, 7 Haziran’da “HDP barajı aşamayacak ve AKP tek başına iktidar olacak” beklentisi idi. Cumhurbaşkanı’nın “400 vekil verin, bu iş güzellikle çözülsün” şeklinde bir açıklaması vardı. Yani 7 Haziran’da istedikleri sonucu elde edemediler. Bölgedeki diğer gelişmeler de AKP’nin savaş konseptini etkileyen sebeplerdendir. 

Bölgede sözünü ettiğiniz bu gelişmeler nelerdir?
ABD’nin başını çektiği 5+1 ülkeleri İran’la nükleer silahların kullanımının sınırlandırılmasında anlaşıldı. AKP Hükümeti ve Erdoğan’ın bölgeye dair rolleri uzun süredir silikleşmişti. Şimdi bu rolleri yenilemek, tazelemek için “IŞİD’le mücadele” adı altında sınır ötesine bir operasyon başlattılar, ama bu operasyonun asıl hedefinin IŞİD değil Kürt güçleri olduğunu gördük. 

Operasyonlarla ne amaçlanıyor? 
Birincisi dış politikayı yeniden dizayn etmek. AKP Hükümeti’nin dış politikasında bir dönemdir, ABD ile genel olarak uyumlu ama dönemsel taktiklerde sorun yaşadıkları bir durum söz konusuydu. Şimdi ise işbirliğini yenileme ve ABD’nin bölgedeki bütün politikaları ile yeniden uyumlu bir rol üstlenme adımları atılıyor. Buna, IŞİD’e karşı mücadele adı altında bölgede yeniden aktif pozisyon almak üzere bir hamle de diyebiliriz. Bir diğer amacı da içeride egemenliğini güçlendirmek için siyaseti dizayn etmek. Yani hükümet bütün muhalefeti ve halk güçlerini sindirerek, baskı ve şiddete dayanan politikasını yerleştirerek iktidarını sürdürmek istiyor. Nitekim, bu atmosferde bir erken seçime giderek, gücünü tazeleme gibi bir hedefi görülüyor AKP’nin. Bir taraftan CHP ile koalisyon görüşmeleri sürerken bir taraftan MHP ile el altından görüşmeler söz konusu. Ancak Erdoğan zaten en baştan devreye girerek azınlık hükümeti ile bir erken seçime gitmenin daha makul olacağı yönündeki fikrini ve muradını açıklamıştı. Muradına ermek için her türlü kirli savaştan kaçınmayacağını, tüm toplumu yıkıma, kaosa götürecek bir politikadan sakınmayacağını görüyoruz. 

Yalçın Akdoğan, Demirtaş’ın ‘Seni Başkan Yaptırmayacağız’ sözü ile Cumhurbaşkanı’nı tahrik ettiğini, bunun sürecin bitişinin başlangıcı olduğunu söyledi. Siz bu açıklamaları nasıl değerlendiriyorsunuz?   

Çok tehlikeli. Bu aynı zamanda siyaseti zapturapt altına almak anlamına geliyor. Cumhurbaşkanı seçim döneminde kendisini hiç ilgilendirmemesi gereken bir seçim kampanyasının aktörü haline gelmişti. Başkanlık amacını da açıkça ifade ediyordu zaten. Şimdi bir siyasi parti ve onun etrafında ittifak eden siyasi güçlerin bu başkanlık sistemine karşı çıkması kadar doğal bir şey olamaz. Akdoğan ise bunu bir tahrik unsunu olarak değerlendiriyor. Bu şu demektir; “Biz ne yaparsak yapalım, boyun eğeceksiniz, teslim olacaksınız, muhalefet etmeyeceksiniz.” Nitekim, çok uzun süredir, AKP Hükümetinin iktidarını yürütürken dayandığı temel taktik bu. Herhangi bir uygulamasına ya da politikalarına muhalefet ettiğinizde ya paralelci, ya darbeci, ya terörist ya da dış güçler oluyorsunuz. Dolayısıyla HDP ve ittifak güçleri AKP’nin, Erdoğan’ın, Akdoğan’ın, Davutoğlu’nun ve hükümetin bilumum yetkililerinin saldırı hedefi haline gelmiştir. Bakın, sosyalistleri sürekli marjinal olarak nitelemek, “sözde aydınlar, gazeteciler, akademisyenler” gibi ifadeleri kullanmak AKP’li siyasetçilerin artık günlük dili haline geldi. 

Hükümet, özellikle HDP’ye saldırarak neyi hedefliyor? 
HDP’nin seçim barajını aşmasıyla AKP’nin planları alt üst oldu. Tek başına iktidar olmasının önündeki en büyük engel olarak HDP’yi görüyor. Çünkü HDP, çeşitli toplumsal kesimleri, mücadele dinamiklerini ve siyasi partileri etrafında toplayarak seçime girdi. Biz de Emek Partisi olarak demokrasi mücadelesi içerisinde HDP ve diğer siyasi güçlerle ittifak halindeyiz. Dolayısıyla farklı toplumsal kesimleri ve mücadele dinamiklerini bir araya getirmesi nedeniyle Hükümetin hedefi haline geldi. Nitekim siyasi operasyonların ve polis operasyonlarının hedefinde sadece Kürt siyasetçileri yok, sömürülen ve ezilen bütün halk kitleleri ve onların hak mücadeleleri var. 

En ufak gösteri ve yürüyüş ciddi engellemelerle karşılaşıyor. Her geçen gün daha da kötüye giden bir ekonomi ile karşı karşıyayız. Bu sömürü ve soygun ekonomisinin sorunsuz devamı için de hak talep eden bütün toplumsal kesimlerin sesinin kesilmesi, mücadelesinin bastırılması gerekli. AKP Hükümeti, Gezi direnişini, Kobane dayanışmalarını ve Soma katliamının ardından oluşan tepkiyi unutmuş değil. Yine metal işçilerinin kendi hak ve talepleri için aynı zamanda sendikal bürokrasiye karşı mücadele ettiğini ve bütün bu mücadelede aslında sorunlarının kaynağı olan burjuvazi ve onun siyasetçileri ile karşı karşıya gelmiş olmasının işçi sınıfı üzerinde yarattığı etkiyi de biliyor. Dolayısıyla bütün bu güçlerin bir araya gelmemesi için Hükümet elinden geleni yapacaktır. Nitekim metal işçilerinin direnişini bir komplo olarak değerlendirmelerinin başka bir gerekçesi yoktur, boşuna da değildir.

Düşünün ki bir köydeki çevre mücadelesine karşı AKP’li il başkanı “Mini etekli, makyajlı dışarıdan gelen entellektüeller burada anarşi çıkarmaya çalışıyor” diyebiliyor. Yani çevre mücadelesi de bu operasyonların hedefinde. Son dönemde Alevilere yönelik itibarsızlaştırma ve cem evlerine “burası terörist yuvası” şeklindeki saldırıları hatırlatmalıyız. Geleceğini toplumun demokrasi güçleriyle birleştiren Alevi örgütlerinin mücadelesinin önünü kesmek için yapılmış saldırılardır bunlar. Kadınların payına ise Bülent Arınç sözcülüğünde “Bir kadın olarak sus” yaklaşımı düşmüştür. Evrensel ve Gündem gazeteleri üzerinden aslında tüm basına yönelen tehditler de bu savaş konseptine uygundur. Kısacası Hükümet’in savaş kışkırtıcılığı aslında bütün bir toplumadır.

Davutoğlu’nun ısrarla tekrarladığı ‘Teröre karşı mısınız, yanımızda mısınız’ söylemini nasıl anlamak lazım? 
Hükümetin, daha doğrusu egemen güçlerin, her saldırısında mutlaka öne çıkardığı ve halkı ikna etmenin aracı haline getirdiği görünürde gerekçeler olur. “Kamu güvenliği”, “teröre karşı toptan mücadele” gerekçeleri bu dönem bunların başında geliyor. Davutoğlu sürekli “teröre karşı işbirliği” öneriyor. Oysa bütün toplumsal kesimi ittifak etmeye çağırdığı şey Ortadoğu’da ve ülkede bir savaş konsepti, baskı, şiddet ve sömürü düzeni, soygun politikalarıdır. Diyor ki, “Biz bu politikaları uygulayacağız, siz de bize ortak olun.” Bu politikaların işçi sınıfımız ve halklarımıza hiç bir yararı yoktur. Bunun için biz de esas olarak bu politikalara karşı birlik ve beraberlik içerisinde mücadelenin yükseltilmesi için çalışıyoruz.

MÜZAKERE SÜREÇLERİNİ HEP DEVLET BALTALADI

Bir kaç yıldır devam eden müzakere süreci durdu, hatta tersine bir süreç başlatıldı. Kampların bombalanması ile çözüme ilişkin umutlar yerini karamsarlığa bırakmış görünüyor. Gelinen noktayı siz nasıl görüyorsunuz? 
Çözüm için devlet ve PKK güçleri 1996 yılından beri defalarca görüştü, birkaç sefer ateşkes ilan edildi, çatışmasızlık dönemi oldu, çeşitli temaslar, pazarlıklar görüşmeler, müzakereler söz konusu... Toplumun en yakın tarihte hatırladığı gerillaların Habur’dan girişi, Oslo görüşmeleri ve 2013 Newroz’udur. Peş peşe gelen bu üç sürecin de devlet ve hükümet tarafından baltalandığını biliyoruz. Habur gelişlerini hatırlayalım. İnsanlar barış elçisi olarak kapıdan içeriye girdiler ve halkın ‘barış’ sevincine bile tahammül edilemedi, gelenler cezaevlerine dolduruldu ve yeniden savaş konsepti başlatıldı. Yine Oslo görüşmeleri oldu ve açığa çıktı ki bu görüşmeler Hükümet eliyle, devlet eliyle sızdırılarak sabote edildi. 2013 Newroz’undan beri devam eden süreç ise görece toplumda daha bir karşılığı olan, bizlerin de kısmen bilgisi olan bir süreçti. Ne olduysa, birdenbire hükümet savaş konseptine geçti! Bu 20 Temmuz Suruç saldırısından sonra başlayan bir süreç değil. 7 Haziran’a kadarki provokasyonları hatırlayalım. Ağrı Diyadin’de askerlerin gerillanın önüne sürülmesi, HDP Mersin ve Adana binalarının bombalanması, HDP mitinginin bombalanması, bunlar gibi ölüm ve yaralanmalarla biten onlarca saldırı... Hükümet Kürt güçlerini savaşa zorlamaya çalıştı. Ama çok yakın zamana kadar bu provokasyonlar birer birer atlatıldı. 

Yeniden çözüm sürecine dönmek mümkün mü, nasıl olur?

Önceki görüşmeler başladığında nasıl tekrar savaşılıp tekrar masaya oturulmuşsa müzakere sürecinin yeniden başlaması, masaya yeniden oturulması kaçınılmaz. Çünkü savaşarak bu sorunun çözülmeyeceği artık hem sistem tarafından hem PKK güçleri tarafından görülüyor. İki taraf da bunu beyan ediyor üstelik. Halkımız da bu sorunun çözülmesi ve kalıcı barışını sağlanması için bir iradeyi ortaya koyuyor. Hangi partiye oy verirse versin, bu ülkenin yüzde 90’ına yakını ne içeride ne dışarıda savaş istiyor. 

Barışın ana temellerinden birisi demokratikleşme; demokratikleşmenin temellerinden birisi de eşit haklara dayalı, kolektif hak ve özgürlüklerin kullanılması. Bütün bunların sağlanması gerekiyor ve tabi bizler de Türkiye emek ve demokrasi güçleri olarak bu taleplerin kabulü için mücadelemizi yürütüyoruz. Ancak buradan tekrar şu uyarıyı yapmak istiyorum. Her çatışma dönemi, görüşmeleri ve sonradan onarılacak yaraları derinleştiriyor. Bakın sınırda IŞİD’e karşı savaşmış Türkiye vatandaşı olan YPG askerlerinin cenazeleri günlerce sınırda bekletildi. Şimdi bir halk evlatlarının cenazelerine bile saygı duyulmazken savaş tahribatlarını nasıl giderebilir ki? Kendi evlatlarına savaş açılmış bir halk, savaş açan güçlerin barış getireceğine dair güven duyar mı? Asker, polis ve gerilla cenazeleri ülkenin her yerinde, yoksul evlerine ateş düşerken barış duygusu nasıl yeşertilecek? Barış zemini daha fazla hasar görmeden bir an önce bu çatışmaların kesilmesi gerekiyor..

İÇERDE DIŞARDA BARIŞ!

AKP’nin izlediği dış politika, Türkiye’yi Ortadoğu’daki gelişmelerden doğrudan etkilenen, hatta hedef olan bir duruma getirdi. Dolayısıyla barış mücadelesi sadece Kürt sorunuyla sınırlı değil sanırım... 
Değil kuşkusuz. Sonuçta Türkiye’deki Kürt sorunu nasıl bir iç sorun olmaktan çıkıp bölgesel bir sorun olmuşsa, bölgede meydana gelen her siyasi gelişme de aynı zamanda doğrudan Türkiye’nin iç siyasetini etkilemektedir. Bu nedenle bugün ülke içerisinde Kürt sorununun çözümünü tesis edecek bir barış mücadelesi temel görevlerimizdendir. Ama aynı zamanda ABD ve AB başta olmak üzere emperyalistlerin bölge planlarını boşa çıkaramak ve onlar bu planlar çerçevesinde Ortadoğu’yu yeniden dizayn edecekler diye halkların ateşe atılmasını engellemek için halkların kardeşliğini ve dayanışmasını kurmak üzere bir mücadele içerisinde olmamız gerekiyor. 

Bugünkü barış mücadelesinin bir başka yönü de inanç özgürlüğüdür. Ortadoğu’daki savaş, bir taraftan etnik çatışmaların diğer taraftan ise mezhepçi çatışmaların kışkırtılmasıyla yürütülüyor. Dolayısıyla bu barış mücadelesiyle halkların kardeşliğinin tesis edilmesi bölgede gerçek bir laiklik, yani gerçek bir inanç özgürlüğünün de tesisi anlamına gelecektir. IŞİD’le gerçek anlamda mücadele bu şekilde olur. Yani onun beslendiği bataklığı kurutarak, bu bataklık politikalarını kurutarak mücadele edebiliriz. 

İŞÇİ SINIFI BARIŞ MÜCADELESİNİN GÜÇLÜ BİR PARÇASI OLMALI

İşçi ve emekçileri bu barış mücadelesine kazanmak açısından neler yapılabilir, bir çağrınız var mı?
Hükümet yetkilileri metal direnişini doğrudan bir komplo olarak değerlendirdi demiştik. Ben buradan metal işçilerine sormak istiyorum. Çocuğuna, birkaç lira harçlık veremeyecek duruma geldiği için, kendi hakkını almak üzere, kendi sınıf kardeşleriyle birleşerek mücadele etmenin neresi komplodur? Ya da kendisini her yönden sömüren, baskı altına alan, birliğini engelleyen, adına sendika denilen çeteye karşı, sendikal bürokrasiye karşı mücadele etmenin neresi komplodur? Veya fabrikalarda fiziksel ve ruhsal olarak tüketen koşullara karşı insanca çalışma talep etmenin nesi komplodur? Ne kadar haklı olursa olsun, eğer işçi sınıfı kendi iç birliğini sağlayıp bir demokrasi mücadelesi veriyorsa yetkililer, egemen sınıflar ve onların siyasi temsilcileri bunu bir komplo olarak, işçileri de terörist, darbeci olarak değerlendirecektir. Mücadeleye sadece işçi sınıfının ekonomik ve özlük hakları üzerinden bakamayız. İşçi sınıfı, kendi sınıf birliğini sağlaması açısından da bugün barış mücadelesinin güçlü bir parçası olmalı. Bugün ne kadar değer varsa bunu üreten işçi sınıfı ve emekçi halk aynı zamanda demokrasinin tesisi hak ve özgürlüklerin tesisi gibi bir mücadele görevini de üstlenmek zorunda. Bu savaş sadece belli bir toplumsal kesime karşı yürütülmüyor, toplumun diğer kesimleri seyirci kalamaz. Üretim içerisinde yer alan işçi, üretici köylü, küçük esnaf gibi bütün toplumsal kesimlerle, bütün milletlerden, bütün inançlardan halkımızın bu savaş politikalarına dur demek için ortak mücadele etmesi gerekiyor. Dolayısıyla bu çağrımız işçi sınıfınadır, bütün halkımızadır. Biz birleşirsek, mücadele edersek savaş politikalarını engelleyebilir, durdurabiliriz. Yoksa ABD ile bugün tamamen her yönden uyumlu hale gelmiş bir AKP’nin savaş politikaları hepimizin bugününü ve geleceğini tehdit etmektedir. EVRENSEL

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.