Kürt gazetecilerin yargılandığı davanın avukatları, davada tüm hakların sanık kürsüsüne yatırıldığını, tek bir inandırıcı delil bulunmadığını ve muhalif basına yönelik en büyük devlet şiddetinin yargı eliyle ortaya konulduğunu ifade ederek, İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gazetecilerin iddianamesinin reddi hakkında görüş bildirdi.
Kürt gazetecilerin yargılandığı davada avukatlar, İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi'nden iddianamenin iadesini istedi. Ercan Kanar, 15. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı'na gazeteciler hakkındaki iddianamenin değerlendirilmesi ve değerlendirme sürecinde reddi gerektiği konusundaki görüşlerini bildirdi. Avukat Hüseyin Boğatekin ise, hukuka aykırı delillerin tespiti, bu nedenle iddianamenin iadesi veya hukuka aykırı delillerin dosyadan çıkarılması hususunda beyan ve taleplerini sundu.
'Toplumsal yaşam örgütlerine gizli örgüt muamelesi'
Avukat Kanar, gazetecilerin davası ile Kürtlere yönelik resmi ideoloji perspektifinde siyasallaşmış yargısız yargılamalara bir yenisinin daha eklendiğini dikkat çekerek, davaların düşmanla savaş hukuku çerçevesinde yürütüldüğüne işaret etti. Bu uygulamaların ve bu tür soruşturma ve yargılamaların temel felsefesinde, "Özgürlük düşman şey, statükonun güvenliği herşey" anlayışı yattığını kaydeden Kanar, "Bu soruşturma pratiğinde kimlikleri ve hakları tanınmak istenmeyen etnik ve yerel toplulukların bir robot gibi mevcut sisteme sessizce biat etmesi gerektiği anlayışı vardır. Bugün gelinen noktada TCK 302., 314. ve TMY 7. ve diğer maddelerin uygulanma sürecindeki katılık ve yoğunlukta, yasaların teminatı altında kurulan demokratik kuruluşlara, toplumsal yaşamın olmazsa olmaz örgütlerine 'Gizli örgüt' muamelesi çekilerek, toplumun diğer tüm değişik sınıf ve örgütlerinin yaptığı benzeri faaliyetler, Kürtler söz konusu olduğunda illegal faaliyetler olarak nitelendirilerek suni davalar açılmaktadır" diye kaydetti.
'Tüm haklar sanık kürsüsüne yatırıldı'
Kanar, bu dava ile anadil kullanımı, haberleşme özgürlüğü, bilgiye ulaşma hakkı, haber kaynağını açıklamama ilkesi, siyasal görüş açıklama-tartışma ve eleştiri hakkı, gün ışığında yönetim ve yönetilme ilkesi, siyasal katılım hakkı, devletin ihlallerine karşı kamuoyu oluşturma hakkı, yoksulluğa, eşitsizliğe, zulme karşı direnme hakkının sanık kürsüsüne yatırıldığını belirtti.
'Muhalif basına en büyük şiddet yargı eliyle ortaya konuldu'
Bu davanın Cumhuriyet tarihinin muhalif basına yönelik en büyük devlet şiddetinin yargı eliyle ortaya konması olduğunu belirten Kanar, "Kuşkusuz mevcut dava yukarıda belirttiğimiz gibi tüm hak ve özgürlüklerin ihlali niteliğindedir. Sadece kimlik mücadelesi veren, dillerin ve halkların hak eşitliği çabasını veren Kürt siyasal muhalefetinin zapturapt altına alınmasını hedeflememekte, aynı zamanda Türk kamuoyunun da ana medya akımın kitlelerden sakladığı gerçekleri öğrenme hakkını da karartmayı hedeflemektedir. Soruşturma dosyasında mevcut her türlü belgeye ulaşması sağlanan ana medyaya rağmen savunma avukatları, kısıtlama kararlarıyla, soruşturma dosyasına ilişkin hiçbir bilgi ve belgeye sahip olamamıştır. Tutuklu gazeteciler basın önünde 'suçlu' olarak teşhir edilip masumiyet karinesinin ihlal edilmesi, müdafilerinden de dosyanın esirgenerek savunma hakkının kısıtlanması amacıyla uygulanmıştır" diye belirtti.
'Basın özgürlüğü sınırı devlet basını düzeyine çekildi'
Bu dava ile basın özgürlüğünün sınırının resmi basın, devlet basını düzeyine çekildiğini kaydeden Kanar, şunları belirtti: "Soruşturma dosyasında mevcut her türlü belgeye ulaşması sağlanan ana medyaya rağmen savunma avukatları, kısıtlama kararlarıyla, soruşturma dosyasına ilişkin hiçbir bilgi ve belgeye sahip olamamıştır. KCK sözleşmesinden yer aldığı belirtilen 'YRD Demokratik Aydınlanma Birliği'ne bağlı illegal basın komitesine tabi olarak çalıştıkları iddia edilen basın mensupları, tüm ana akım basın mensuplarının yaptıkları doğal meslek faaliyetlerine denk düşen basın faaliyetleri nedeniyle, tipiklik kuralı ihlal edilerek 'KCK üyesi' olarak ana akım medyada lanse edilmişlerdir."
'Delil olmadan 9 aydır tutuklular'
Gazetecilerin 9 aydır elle tutulur bir delil olmadan tutuklu olduğunun altını çizen Kanar, "Bu vahim süreç 12 Eylül askeri darbe sürecindeki savaş hali koşulları ile yürütülen yargılama süreciyle tipik bir benzerlik göstermektedir. Soruşturma süresince tutukluluk konumuna itirazlar, hukuka aykırı, gerekçesiz kararlarla reddolunmuştur. Gizlilik kararıyla soruşturma dosyasının incelenmesi olanaksız hale getirilmiş, savunma hakkına ilişkin tüm teminat ilkeleri ortadan kaldırılmıştır. Keyfi olarak verilen gizlilik kararı, tahkik sistemindeki engizisyon yargılamalarının gizlilik anlayışını temel alan bir uygulamadır. Olayımızda 2 açıdan savunma hakkına yönelik ihlal vardır. Bunlardan birisi, bizzat yasal düzenlemenin kendisinden kaynaklanan ihlaldir. CMK 153/2.madde ve 2006 değişikliğiyle TMY 10. maddeye eklenen düzenleme, Anayasa'nın 26. ve 38. maddeleri açısından ve AİHS'in 5/4. ve 6. maddeleri açısından kabul edilemez bir düzenlemedir. Bu düzenleme, vicahilik, müştereklik ve silahlarda eşitlik ilkesi ile ilgili ayrıca doğrudan doğruyalık ilkeleri ile ilgili yargı diyalektiği açısından olmazsa olmaz niteliği taşıyan tüm kuralları rafa kaldıran bir düzenlemedir" diye belirtti.
Kanar soruşturmadaki hukuksuzluklara ilişkin şunları sıraladı:
*Mevcut soruşturma ve kovuşturma ile 1981 Avrupa Konseyi "Kamu makamlarının sahip olduğu bilgiye ulaşma hakkındaki tavsiye kararı", 1982 "İfade ve Bilgi Özgürlüğü Bildirisi", Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nin 8.03.2000 tarih ve no.R (2000) 7 sayılı "gazetecilerin bilgi kaynaklarını açıklamama hakkına ilişkin tavsiye kararı" AİHS'in 10. maddesiyle güvence altına alınan haklar tamamen ihlal edilmiştir.
*Soruşturmanın hukuka aykırılığının bir diğer tezahürü de sanıkların bir kısmı açısından soruşturmanın mükerrer olmasıdır. İddianamede ve fezlekede konu olan ve beraat kararıyla neticelenen birçok haber ve yazı mevcut davada iddianın delili olarak gösterilmiştir.
*İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın talebiyle Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi nöbetçi hakimliğince çıkartılan hakim kararıyla eş zamanlı olarak sabah karanlığında basın mensuplarının evlerine baskın yapılmıştır.
*Terörle Mücadele Şubesi'nde gözaltına alınan basın mensuplarına kriminal adli suçlarda uygulanan prosedür uygulanmıştır. Parmak izleri, göz retina örnekleri alınmış, tükürük örnekleri alınmaya çalışılmıştır. 24 saat süreyle kimseyle görüştürülmemişlerdir. Arama, yakalama, gözaltına alınmayla ilgili belge ve tutanak örnekleri "şüpheli basın mensuplarına " verilmemiştir.
*Savcılık aşamasında da "şüpheli" basın mensuplarının ifadeleri soruşturmayı bizzat yürüten savcı tarafından değil, değişik ve ilgisiz savcılar tarafından alınmıştır. Bu aşamada da isnatın ne olduğu, savunma yapmaya olanak verecek nitelikte şüpheli basın mensuplarına anlatılmamış, dayanakları gösterilmemiştir.
*Davanın soruşturmasında ısmarlama yönlendirme sonucu "Etkin Pişmanlık", "Gizli Tanıklık" beyanlarıyla suni deliller üretilmiştir. Davanın soruşturması her aşamada CMK 251/1. maddesinin esprisine de aykırı yürütülmüştür.
*Tutuklama ve tutuklamaya itiraza ret kararları, Anayasa 19. maddedeki, AİHS 5. maddedeki ve yine AİHM'in bu konudaki yerleşik kararları ihlal edilerek verilmiştir. Klişe, gerekçesiz, hukuki değeri olmayan, şablon kararlar niteliğindedir.
*AİHS'in 3. maddesi (kötü koşullarda, uykusuz, yorarak ifade alma) 5/2 maddesi (isnatla ilgili savunma için yeterli verilerin verilmemesi), 5/3 maddesi (makul süre içinde yargıç önüne çıkma ve makul süre içinde yargılanma hakkının ihlali), 5/4 maddesi (tutuklamaya itirazların dosya üzerinden incelenmesi), keza Sözleşmeyle ve 2001 Anayasa değişikliğiyle de teminat altına alınan adil yargılanma hakkının 6/1, 6/3-c, 6/2, 6/3-b, ve 13. maddesi tüm soruşturma boyunca ihlal edilmiştir.
*Söz konusu soruşturma süresinde tutuklu basın mensuplarının müdafileri de potansiyel suçlu olarak değerlendirilmiştir. Kısıtlılık kararında, kısıtlamaya gerekçe olarak "avukatların bilgi ve belgeleri örgüte verme ihtimali" gösterilmiştir.
*İddianamenin hazırlanma süresi ve yargılamanın başlama süreci; kişi özgürlüğü ve güvenliği, dürüst yargılanma hakkı kriterleri açısından makul süreyi ihlal edici niteliktedir.
'İddianamede inandırıcı tek bir delil yok'
Avukat Hüseyin Boğatekin ise verdiği dilekçesinde, hukuka aykırı deliller olduğunu, bu delillerin ikame edilemeyeceğinin altını çizdi. Adil yargılanma hakkını ihlal edildiğini kaydeden Boğatekin, "Dosyamız genel itibarı ile bir kısım gizli tanık ve aleyhe şahıs beyanları, hukuka aykırı arama el koyma işlemleri ve somut delille tamamlanamayan soyut ve hiçbir suç unsuru içermeyen telefon tapelerinden oluşmaktadır. Maalesef 36 gazetecinin tutuklanmasına sebep olan bu iddianamede sözde ve soyut delilleri aşan, somut, her tür şüpheden uzak kesin ve inandırıcı tek bir delil bile bulunmamaktadır" diye kaydetti.
Boğatekin dosyada geniş yer tutan gizli tanık beyanlarına ilişkin de, "Bu şahıslar, neden kovuşturma aşaması beklenmeksizin soruşturma aşamasında dinlenmiştir? Söz konusu tanıkların kimlik bilgilerinin gizlenmesine ve bu şahısların 'gizli tanık' olarak dinlenmesine neden ihtiyaç duyulmuştur? Bu şahısların kovuşturma aşaması beklenmeksizin, soruşturma aşamasında dinlenmelerine ve kimliklerinin gizli tutulmasına kim-hangi makam tarafından karar verilmiştir" sorularını yönelterek, "gizli tanığın" mahkemede dinlenmesi gerektiğinin altını çizdi. / Diha
AVUKATLAR İDDİANAMENİN REDDİNİ İSTEDİ
AVUKATLAR İDDİANAMENİN REDDİNİ İSTEDİ
Yüksekova Güncel Yüksekova Güncel
Güncel
Kürt gazetecilerin yargılandığı davada avukatlar, İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi'nden iddianamenin iadesini istedi.