Yüksekova Güncel

Uzak IV (Siyah Önlük)

Genel

TAHİR DUMAN/YAZDI

Yazar Tahir Duman 'Uzak IV (Siyah Önlük)' adlı yazısını okuyucuları için yayınladı.

TAHİR DUMAN'IN YAZISI ŞÖYLE:
Ali Doğan öğretmenimin aziz hatırasına...

Bu sonbahar 

En son bahar

Bir yaşımın yedisinde

Böyle oldum

Bir de sevdamın yedisinde

O zaman 

Çocuk olmaktan vazgeçtim.

Şimdi

Büyük olmaktan.

Eylül, sonbahar demekti. Mevsimin, doğanın ve insanın evirilişiydi. Hızla değişen dünyanın başkalaşımıydı. Eylül, seksenlere vurulan en büyük damgaydı. Eylül, yeni bir dönemin, yeni bir yaşam tarzının başladığı zaman dilimiydi. 1986 yılının Eylül’ü de benim için bir çocukluktan bambaşka bir çocukluğa geçiş zamanı olacaktı.

Yüksekova, yazdan kalma son günlerini yaşıyordu. Ovada ve dağlarda küçük parçalar halinde kalan son yeşillikler sararmaya yüz tutmuştu. Güneşin batışına doğru siyah kuşlar karartılar halinde mahallenin üzerinde alçak uçuşlar düzenleyerek kavak ağaçlarına Eylül’ün geldiğini haber veriyorlardı. Sarı buğday tarlaları biçilmişti. Patoslar mesaiye başlamak için gün sayıyordu. Köyden geri dönüşler kısmen  başlamıştı. 

Eylül ayı; kocaman el çantalı, siyah lastik ayakkabılı, siyah önlüklü çocukların büyük bir ciddiyetle okula başlama ayıydı. Bir dilden başka bir dile geçiş ayıydı. 

Mahalledeki birçok çocuğun aksine babam Sümerbank’tanalınma kocaman okul çantamın içini doldurmak konusunda oldukça cömert davranmıştı. Çizgili ve kareli birkaç defter, kokusunu çok beğendiğim birkaç ders kitabı, kurşun kalemler, yeşil renkli kokulu silgi ve altı renkli kuru boya kalemi kutusu.

Okulun ilk günü öğlene doğru siyah önlüğümü giymiş, sert kumaştan yapılmış beyaz yakamı takmış, kocaman siyah el çantam elimde,  ablamla birlikte toprak damlı evlerin arasından geçerek mahallemizin yukarı tarafında bulunan Atatürk İlkokulu’na gidiyordum. Okulun girişindeki ürkütücü kalabalığa girmemek için dirensem de ablam beni içeri almıştı bile. 

Sınıflar sıra sıra dizilmişti. Ablam beni 1. sınıfların en arka tarafına bırakıp kendi sınıf sırasına geçti. Mozaik kaplamalı dar merdivenlerden en üst kata çıkarıldık. Gri renkli sınıf kapısından içeri geçtim. Sınıf tıka basa siyah önlüklü çocuklarla doluydu. O ara sınıfta siyahtan başka bir renk görememiştim. Gözlerimle sıraları gezindim. Tekrar tekrar baktım ama hiç boş sıra yoktu. Hepsi öğrenci doluydu.

Böyle bir manzara karşısında ne yapmalıydım?

Çantamı sıkıca tutarak sınıf kapısından çıktım, mozaik kaplamalı merdivenleri hızla indim ve okulun giriş kapısından koşarak bahçeye çıktım. Olanca gücümle bahçe kapısından çıkıp özgürlüğe kavuşmak üzereyken arkamdan bir el yakaladı beni. 

İso Bacan diyorduk biz ona. Benden birkaç yaş büyüktü ve mahallemizin yaramaz çocuklarından biriydi. Ne kadarçırpınıp dursam da o el beni bir türlü bırakmadı. Başka bir çocuk da geldi ve ikisi kollarımdan tutup beni okul müdürünün odasına götürdüler. 

Demir ayaklı kahverengi deri koltukların ötesinde duran kocaman gri masanın arkasında oturuyordu okul müdürü. Anlayamadığım bir şeyler söyledi beni götüren çocuklara.Masasından kalktı ve çekmecesinden avucunun içine bir şeyler alıp yanıma geldi. Başımı okşayıp avucundaki iki şekerlemeyi bana verdi ve beni getiren çocuklara bir şeyler daha söyledi. 

İso Bacan ve diğer çocuk eşliğinde okul müdürünün odasından çıkıp yukarıya sınıfa doğru gittim. Sınıftaki öğretmen beni duvar dibinde bulunan en son sıraya oturttu. Gün boyunca yanımda birbirinin kulağına eğilip fısıldayarak bir şeyler konuşan iki çocuğun üzerimdeki rahatsız edici bakışları ile karşılaştım.  

Akşama doğru eve döndüğümde iki kitabımın, silgimin ve boyalarımın çantamda olmadığını gördüm. Aileme bu durumu anlatamadım. En azından bir süre anlatamazdım. Ertesi gün öğlene doğru okula gitmek istemediğimi söyledim. Annem zorla önlüğümü giydirdi ve ablanla gideceksin dedi. O okula tekrar gidemezdim. Bu sefer ayakkabımı giyme bahanesiyle balkona çıktım ve evden kaçtım. Arkamda annem, önde ben; toprak damlı evlerin arasından kaçarken önüme çıkan Emine Teyze beni yakaladı. Anneme teslim edildim ve eve döndüm. O gün ısrarla okula gitmedim. 

Ertesi gün sabahtan annem beni hazırlayıp bu sefer kendisi okula bıraktı. Öğlenci sınıftan beni alıp sabahçı olan sınıfa vermişlerdi. Okul bahçesinin girişinde uzaktan gördüm ilk öğretmenimi. Gür siyah saçlı, gür bıyıklı, orta boylu biriydi.Özenle ütülenmiş takım elbisesinin altına taktığı geniş kravatı ile oldukça heybetli duruyordu. Yüzündeki ciddi gülümseme ile beni öğrenci sırasına aldı ve yanındaki tercüman çocuklarla öteye geçerek anneme bir şeyler anlatmaya başladı. 

Sıra ile sınıfa girdik. Geçen gün geldiğim aynı sınıftı ama bu sefer daha az sayıda öğrenci vardı. Orta sıranın ortalarına doğru ilk defa o gün gördüğüm ve 11 yıllık eğitim hayatımda hep sıra arkadaşım olacak Cengiz’in yanına oturttu beni. İlk defa orada ismini duydum ilk öğretmenimin. Ali Doğan.

Beş yıl boyunca büyük bir ciddiyetle eğitiminden geçeceğim ve hayatımda derin izler bırakacak ilk öğretmenim olacaktı Ali Doğan. Latin alfabesini, ritmik saymaları, bol rakamlı dört işlemi, uğruna çok fırça yediğim, azarlar işittiğim çarpım tablosunu ondan öğrenecektim. Sıfırdan bir dil öğretecektibana. Kurtuluş Savaşı’nın kahraman çocuğu Dağdelenoğlu’nu, dünyanın etrafını saran hava tabakası olan atmosferi ondan öğrenecektim. Aynı siyah önlük, aynı siyah çanta ve numara numara büyüyen lastik ayakkabılar beş sene boyunca benimle birlikte Ali Doğan hocamın sınıfına gelip gideceklerdi.Zamanla bütün duygu dünyam, hayal dünyam o dil ile şekillenecekti. 

Siyahın esareti altında geçen o ciddi yıllar boyunca beyazın ve diğer bütün renklerin farklı manaları olduğunu öğrenecektim. Hayatı yeni bir dilde yeniden öğrenecektim. Bu yeni dilde harfleri, kelimeleri, cümleleri art arda dizip bir hayat hikayesi yazmayı öğrenecektim. Bütün bu öğrenmelerimin ilk temelini o sert bakışlı, ciddi duruşlu öğretmenim Ali Doğan’a borçlu olacaktım. 

Kapı komşumuz Mela Enver’in kiracısıydı Ali Doğan öğretmenim. Eşi Asya hanım, oğlu Bilgehan, kızları Fatoş, Nimet ve sonradan doğacak olan Pınar beş sene boyunca bizim evin ve komşu evlerin birer çocuğu olacaklardı. Özellikle Bilgehan bütün oyunlarımızda bizim bir oyun arkadaşımız olacaktı. Farklı da olsa bizden biri olacaktı. 

Ali Doğan öğretmenimin olduğu her yer ciddiydi. Onu gördüğüm yerde ciddiyet dolu bir saygı haline bürünüyordum. Evden çıktığını gördüğüm an hangi oyun olursa olsun bırakır o geçene kadar saygıyla beklerdim. Kimisi buna korku diyordu, kimisi saygı diyordu, kimisi de bu hali hiç sevmiyordu. Ama yıllar geçtikçe içimde büyüyen siyah önlüklü bir çocukluk ciddiyetle bütün ruhumu ele geçirecekti.Hikayesini bir ömür boyunca içinde yaşayan bir çocuk olacaktı. 

Hayatı; toprak evde, mozaik zeminli okulda öğrenen siyah önlüklü o çocukların hikayelerinde Ali Doğan öğretmenler vardır hep. Saygının, sevginin, korkunun, düzenin gerçek değerinde yaşandığı hikayeler. Öğretmenin ve öğrencinin kendini en değerli ve en mutlu gördüğü hikayeler.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.