FAİK ÖCAL/YAZDI
Yazar Faik Öcal 'Tanrı ile Konuşmalar -7- “Hakikatin İzinde' adlı yazısını okuyucuları için yayınladı.
YAZARIN YAZISI ŞÖYLE:
Seni anlamak ama insanlar tarafından hiç anlaşılmamak. Senin tekliğinde yalnız başına yolculuk yapmak. Senin tekliğin ve benim yalnızlığım ancak böyle bir cümlede birlikte kullanılabilir, birbirini tamamlayabilir. Sen tek olmasaydım ben böyle yalnız olmazdım. Halimden şikayetçi miyim? Hayır. Kendimi bildim bileli seni bir başıma arıyorum Tanrım. Tekliğin yalnızlığımı kuşatmış ve kutsamış; bu bana yeter.
Ne dindarlar kabul etti beni ne de ateistler anladı. İkisinin ortasında durdum hep. Tarikatlar ve cemaatler tarafından yaşamları ve zihinleri şekillendiren dindarlar arasında yerim hiç olmadı. Dini kelime ve kavramlarla aralarına sonsuzluk kadar mesafeler koyan ateistlerle üzerinde duracağımız ortak bir zemin yok. Belki de asıl sorun hakikatin üzerindeki dindar kisve ve kalıpları kaldıramamamda; bunu yapamadığım için yerimi ve konumumu bulamıyorum. Benim hakikate verdiğim anlam ile dindarlarınki aynı değil ve ateistlerin zaten dini kavram ve kalıplara alerjileri var.
Thomas Bernhard gibi “Hakikatin İzinde” gitmek istiyorum. Onların şehir mızıkacılarının hoşuna gidecek masallar anlatmadım, anlatmayacağım da. İlla ki dindarların ve ateistlerin hoşuna gidecek şeyler de yazmak istemiyorum. Belki de ikinci sorun burada, onlarda. Onlar hakikatin üzerindeki dini kelime ve kavramları bahane ediyorlar, kendi kalıplarından çıkmak istemiyorlar. Birinci belki ile özeleştirimi yaptım, ikincisinde onları (dindarları ve ateistleri) eleştirdim. Sonuçta hiç kimsenin mülkiyetinde olmayan bir hakikat var. Mesele kimin bu hakikati isteyip yaşamasında, kimin nasıl hakikati anladığında.
Bernhard ustaya göre Avrupa öldü. Avrupa’yı kim, neden ve nasıl öldürdü? Bu sorulara ne dindarlar ne de ateistler sağlıklı ve yetkin cevaplara verebiliyorlar. Birinci Dünya Savaşında ağır yaralanan Avrupa, İkinci Dünya Savaşında öldü; yıllarca cesedi öylece orta yerde durdu. Avrupa neden öldü? Şu bir gerçek: Dindarlar dinlerini kullandırmasaydı, ateistler inandıkları insani değerleri tam yerine oturtsalardı Avrupa ölmeyebilirdi. Ama ne oldu? Milyonlarca insan vatansever, milliyetçi, dindar ve beynelmilel birileri tarafından ölüme gönderildi, öldürüldü. Üç isim ön plana çıkıyor: Hitler yeterince vatansever, Churchill ziyadesiyle dindar, Stalin çokça beynelmilel.
Benim hakikatim insanı öldürmeye karşıdır (Maide; 32) ama dindarlar (Müslümanlar, Hıristiyanlar, Museviler, Budistler vs.) menfaatlerini korumak için insanı öldürecek açık bir kapı bulurlar. Onların arasında yerim olmadı. Onlar hakikatin kalabalık tarafında duruyorlar, ben yalnızlık burcunda. Benim hakikatime göre hiçbir şekilde insan kanı dökülemez. Öte yandan ateistler Avrupa’nın ölmemesi için ne yaptı? Mutlaka birileri bir şeyler yapmıştır ama Avrupa’ya bakıp kitlesel olarak üzerine düşeni yapmadıklarını söyleyebiliriz.
Ben hakikatin içinde bir başıma ve yapayalnız, yolculuğuma devam edeceğim. Thomas Bernhard gibi hep kendimi arayacağım; çünkü yegâne amacım kendimi kendim kılmak. Bernhard usta gibi diyorum: “Hep yalnızdım, yalnız da kalacağım, o kadar. Diyecek bir şey yok.” Bu bilinçli bir tercih; çünkü her insan hakikate yalnız başına gidebilir. Başkalarıyla gidilen hakikat, hakikat değildir; belki çarpıtılmış bir gerçeklik, ebediyen yarım kalmaya mahkûm bir düş kırıntısıdır.
İnsan neden dindar ya da ateist olur? Demek istediğim, hala onların dindarlarını ve ateistliğini anlamış değilim. Dindarlar da ateistler de dünyaya ziyadesiyle bağlı. Dindarlar dünyadan başlarını kaldırıp ahirete bakamıyorlar, dünyadan başka bir şey görmüyorlar, duymuyorlar, hissetmiyorlar ama ahiret var ve orada öylece kalsın mantığındalar. Ateistler ise bütün varlık sebeplerini, hayallerini, geçmişlerini, geleceklerini dünyaya sığdırmışlar; onların ellerinde dünyadan başka bir şey yok. Haliyle hırsla dünyaya saldırıyorlar, dünyayı asla bırakmak istemiyorlar. Bu da onları başka gerçeklere kapatıyorlar. Ateistler mutlak bir kapanma haliyle dünyaya bağlanıyorlar.
Dindarların ve ateistlerin dünyasında yerim yok. Onların dünyasına sığamıyorum. Başka dünyalar, başka yalnızlıklar, başka başlangıçlar istiyorum. Hakikatim bana bunu söylüyor. Hakikatim dindarların ve ateistlerin dünyasını aşıyor.
Dünyayı kaybetme korkum yok. Burada bir konuk olduğumu, evimin hakikat olduğunu biliyorum. Dindarların yanına yaklaşamadığı, ateistlerin anlamadığı hakikat. Ben hakikatin tek ve yalnız yolcusuyum, yolculuğumu ömrümün sonuna kadar ve sonsuza dek devam edeceğim. Seninle olduğumu bilmek, bana yeterlidir Tanrım. Bir başıma hakikatin kalbine inmekten başka şansım olmadığını bilmek, sonra bunu anlatamamak.
Hakikatin İzinde kendimi susturmak ve kendimi sustura sustura yol almak…