Yüksekova Güncel

Gulfıroş (III)

Genel

FAİK ÖCAL/YAZDI

Yazar Faik Öcal 'Gulfıroş  (III)' adlı yazısını okuyucuları için yayınladı.

YAZARIN YAZISI ŞÖYLE:

Mihneti çoktur aşkın, şüphesiz bir beladır aşk
Hoş geçer onunla ömür derd u cefa ile yanmaktır aşk
                        Melayê Cizîrî


Bu şehrin bir başka apseli akşamında, mayınlar döşüyorum gecenin yollarına, aşkın yurduna. Tufandır ömrüm. Yalandır biriktirdiklerim. Ağyardır kabzamdakiler. Uçurumlar bekliyor beni. Uçurumlar… Gördüklerim, şahit olduklarım ecel umacı. Sarfınazar, kim bilir kaçıncı bahar. Özledim, içinde eylül geçmeyen sonbaharları. Beheri sayılı, alev dilli ‘ronahi’ ardılı.
Esrarlı perdeler, gözlerimin örtüsü. Nakkaş der, ben yalandım, koca bir hiçe yandım. Hani,  ipek saçlar, sürmeli gözler, bal dudaklar, kiraz yanaklar. Gulfiroş! Nedir yüreğimi yakıp duran bu mayıs yangını. Darımda ölü suretler, ilmikli ağaçlar, nakız dilekler. Servi endamı… Yürüyüşünü özledim, sevgilim.


Geldiğimde kimseler yoktu. Gördüklerim beni tanımıyordu. Nazarıma takılanlar, zehirli oklardı sadece. Ben bir yalandım, her itirafın gizli yüzünde. Ben hep arta kalandım, bir savaşın ortasında. Sürgün yemiştim Gulfiroş’un dantelâsında. Kar yağmıştı siyah saçlara, haziran tellere. Doluya tutulmuştu ikindi kanaviçesi. Ve yosunluydu metruk kaldırımlar, ıssız caddeler, arka sokaklar. Şimdi gidersem, aşk cellâdının pişmanlık kapısına çıkarım. Kalırsam, şehrin kadim fısıltıları rahat bırakmayacak beni. Gidersem, belki kurtulacağım ölüm belasından. Kalırsam, yaşamak tufanına tutulacağım.


Yaşamak, eski ölülerle birlikte yâd edilmektir şehrimin belleğinde. Gidersem ayrılığa yazılacak ömrüm. Kalırsam gurbete çıkacak bütün kavuşmalarım. Ah, ne yapacağımı bir bilsem! Künyeme asi yazılacak. Krizantemler bitecek yüreğimin her bir toprağında, sıra dağlarında. Kalırsam korkağa çıkacak adım, ömrüm ölüm kuyusunu kazıyacak aşkın gözyaşlarıyla. Ne gitmek arasında ne kalmak yurdunda… Karanlığın yüreğinde, şehrin gözbebeklerinde…


Nefesim kesiliyor, ayrılık suları sızdığında özümün ötesine. Çığırında çıktı mı Gulfiroş, hasretin kancasında demleniyordur zaman, yani neyin iniltisi. Neyzen’in gözyaşları. İkircikli akşam kalıntıları… Kül beklentiler. Vuslat kapısında, firak sırtında…


İçimde döner dünya, ben uyurken. Yıkılır benliğim, yörüngesinden fırlamışken ağulu küre.
Değişenin içinde hiç değişmeyen ben, aşkın ateşinde kül olan ben, sonsuz yitime meftun olan ben... Ah, bir ben! Bir bilsem!


Her ben’in ilmiğinde, biraz daha aşkı tanıyan, Gulfiroş’u ağırlamaya hazırlanan. Bir ben miyim, aşkın rıhtımında yalnızlığa serenat kesilen. Ah, bir ben miyim!? Bir ben miyim vuslatın kıskacında, pişmanlık deryasını ıslak bir kirpiğin ucunda taşıyan. Bir ben miyim Nehil sustasında, yüce dağlara öykünen, sonra da elini ayağını kıran, ağzını burnunu kan revan içinde bırakan.


Kışrın kasrında derledim Mezopotamya’nın kadim aşklarını. Uygarlıkların beşiğinde demlendim de geldim. Kederlendim yüz asır. Mahzenlerde askıya alındım. Lanetliydi adım. Sakıncalı. Tehlikeli. Dizginsiz. Sonra kader kuyusunda beklettim şarabî akşamları. Aşk oduna çıksaydım, kim bilir kaç Fırat akardı gözlerimden, kaç Dicle çağlardı kalbimde. ‘Evîndar’lara mezar olurdu gecelerim. Sustum. Cizîra Botan’ı Zîn’e bağışladım. Sevindi garibim, Mem. Daha zaman vardı destanlara. Fırat’ı ‘dengbêj’lere bıraktım.


Şimdi çalsın sazlar, söylesin sözler, vaktiydi. Hitama ermişti zaman, kemale gelmişti kelam. Düşlerine saldım Dicle’yi. Götürsün beni aşkın deryasına, uzaklara. Sustuğuma bakmasın kimse. Aldanmasın bu sessiz halime. Sonra çocuklarını çıkarırım Cudi’nin, Nuh Nebi’den kalma kalıntılardan. Belki hatıralar hatırlatır acılarımı, yoksulluklarımı, yoksunluklarımı, özlemlerimi. Ehmedê Xanî’nin asırlara sığmayan, zamanı dize getiren destanını. Bir Mem û Zîn serencamı. Tülbendin ayasında tebessüm eden Gulfiroş’um... Sevgilim…

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.