Zaten göz bebeğimiz olan Aleyna, bu olayla da mahallelinin gündeminde. Bir küçük kız çocuğunun tatlı şımarıklığı, üç kişinin canını kurtardı!
Bir tesadüf hikayesi değil; tam da işimizin, tesadüflere kaldığını göstermek için anlattım bu hikayeyi. Bu hafta, yazmak yerine, mahalledeki işlere koşturmaya, diğer mahallelere su, erzak götürmeye ayıracaktım zamanımı. Ancak bu hikaye de eklenince üzerine, bir saat geç başlayalım çalışmaya…
Hopa’daki sel felaketinin, bir günlük yağmur ile olmadığını sanırım artık cümle alem biliyor. Pazartesi günkü yağışın miktarı ve şekli ile ilgili yapılan bilimsel açıklamalar var ve yağışın olağanüstü olduğunu söylüyor. Ve tabi devam da edeceğini… Ancak Hopa’da ve Doğu Karadeniz’in genelinde olağanüstü seyreden başka süreçler var. Bugün patlayan da bu sürecin birikmesi; toprağı, suyu, havayı ve toplumu doyurup bir yerden patlaması…
Hopa’da, her taşra memleketinde olduğu gibi, belediye anonsları yapılır; ölüm ilanları, duyurular bunun ile sağlanır. Geçtiğimiz hafta, ertesi gün yağışın olacağı, sel beklentisinin olduğu ve herkesin önlem alması için duyurular yapıldı. Ancak bu duyurular ile bireysel veya mahalleli olarak yapılacak hiçbir şey yok. Yağmur sırasında, suya yön vermek amaçlı kanal açmalar dışında… Bu işlem, her yağmurda yapılır ve bir şekilde, suya yön verilirdi. Ancak bu yağmurun şiddetine, hiçbir kanal yetişemezdi.
Daha da eskiye gidelim. Doğu Karadeniz, coğrafyası itibariyle doğayla iç içe yaşanan bir memleket. Suyu, toprağı, bitkisi, meyvesi, denizi, dağı, taşı ile insanın tanıştığı, hangi mevsimde neyin yaşanacağını bildiği, hangi gelişmeye göre nelerin yapılması gerektiğini bildiği bir bölge. Bu bilgi, kuşkusuz “yüzyıllık bir bilgi”. Yani deneyime dayalı, bu yaşamı kolaylaştırmaya ve hayatta kalmaya yarayan bilgiler. Mısır ne zaman toplanır ve “çonçi”leri ne yapılır! Fındık ne zaman toplanır, kabukları ne için saklanır! Yağmur nasıl yağar, nasıl önlem alınır…
Bütün bu önlemler, plazalardan, süper marketlerden, asfalt duble yollardan, barajlardan çok çok önceydi. Eskidendi! Çarpık kentleştirilmeden, “modernleştirilmeden”, kapitalistleştirilmeden ve kendi dilimizi konuşurken, “meci”ler etrafında ortak hayat yaşarken, kendi yemeklerimizi pişirir, kendimizden utanmazken…
Dil derken, işte tam da bunu diyoruz! Dilini unutma, dilimiz, kültürümüz kaybolmasın derken, tam da bunu! Yok olan sadece dilimiz değil, kültürümüz, yaşamımızdır derken, tam da bunu diyoruz. Yaşanacak kentleri, asfalt duble yollarla değil, evvelden beri açtığımız kanalları modernleştirerek yapacağız. İnsan hayatına değer veren kentleşmeyi, barajlarla, derelere vurulan setlerle değil; dere yatağına ev koydurmayarak, dereleri yüzyıllık yataklarından kaldırmayarak yapacağız. Yaşanabilir kentleri, bir kişinin aldığı kararlarla değil, meci’lerdeki gibi ortak kararlarla, ortak işlerle kuracağız. Felaket, biz bunları bıraktığımızda çoktan başladı. Şimdi patlamalarını yaşıyor.
Felaket, çizme satan tüccarları seçtiğimizde çoktan başladı. Ve kilometrelerce öteden yardım olarak gönderilen suyu, bakkalına götürüp satan ile çoktan başladı. Yanındaki komşusunun halini hatırını sormayınca çoktan başlamıştı bu felaket. Yarın, afet paraları dağıtılmaya başlanacak, neler yaşanacak? Evleri yıkılanlar ne kadar hakkını alabilecek? Felaketi yaşayanlara en değerli desteklerden birini de Kürt illerinden insanlar ve DBP’li belediyeler yaptılar. Yani olağanüstü günlere alışkın olan ve diline kimliğine en çok sahip çıkanlar...”
Kaybettiğimiz şeyleri, kaybettiğimiz yerde aramalıyız? Biz dilimizden, suyumuzdan, toprağımızdan, çayımızdan, fındığımızdan kaybetmeye başladık.
Bu felaketi atlatmak için en baştan başlayacağız kurtarmaya…
Aleyna kurtuldu, annesi ve babası ile birlikte. Evleri yıkılacak ve mahallemizin oturma izin kalkacak. Yüzyıllık bir mahalle ortadan kalkacak yani. Peki Aleyna nasıl bir kentte yaşayacak./Evrensel