TAHİR DUMAN/YAZDI
Yazar Tahir Duman ' Çocukluğum III (Sorik)' adlı yazısını okuyucuları için yayınladı.
YAZARIN YAZISI ŞÖYLE:
(Hacer'in anısına...)
Çem, her dem kulaklarda uğuldayan sesiyle gözlerimin önünde olanca hızıyla akıyordu. Köpükten dalgalar hırçın bir tarzda taşları dövüyor ve dere yatağından coşkuyla akıp gidiyordu. Bahar mevsiminin başında dere yatağına sığmayan su, artık biraz azalmış ve taşmadan vadiden aşağı akıyordu.
Arkamı dönüp baktığımda, annemin mezarlığın içinde olduğunu gördüm. Köyün yukarı tarafında bulunan ve arkasını kayalıklara vermiş olan mezarlık, mezra yolunun hemen bitişiğine kurulmuştu. Ta yukarı mezradan akan sular orta mezrada birleşerek mezarlığın yanından köye doğru yol alıyordu. Köyün evlerini ve bahçe duvarlarını oluşturan yassı taşların aynısı mezarlığın da daimi müdavimleri olmuşlardı. “Kêl” denilen bu taşlar, mezarların başına ve dibine dikine bırakılmışlardı. Kimisi oldukça yüksek ve kalın, kimisi alçak ve ince duruyordu. Taşların büyük bir kısmı yüksek otların arasında kaybolmuş, çok dikkatli bakınca seçilebiliyorlardı.
Annemin yanına gittiğimde ufak bir mezarın başında dua ettiğini gördüm. Daha önce annemin yüz ifadesini hiç böyle görmemiştim. Yüzüne baktığımda her zaman huzuru gördüğüm annemin bu seferki yüz ifadesi oldukça üzgün duruyordu.
- Anne kimin mezarı bu?
- ...
- Anne..?
- ...
Duasını devam ettiren annem ben yokmuşum gibi davrandı. Uzun bir süre bir şeyler mırıldanarak sadece o küçücük çocuk mezarına bakakaldı.
Ben meraklı gözlerle mezarlığa baktığımda bir sürü ufak mezarın olduğunu gördüm. Çoğunun boyu bir metre bile olmayan bu ufak mezarlar büyük mezarların her tarafını sarmışlardı.
Annem hiçbir şey demeden mezarlıktan ayrıldı. Onun peşinden suskun bir şekilde yürümeye başladım. Yolda kendisine denk gelen iki kişinin selamına sadece elini kaldırarak karşılık verdi. Eve vardığımızda hiçbir şey demeden odasına gitti.
Annem uzun bir süre sonra odasından çıktı. Yüzündeki hüzün aynen duruyordu. Anlatmaya başladı. Hacer çok güzel bir çocuktu. Ona en güzel şekilde baktık ve besledik. Ailede herkesin gözbebeğiydi ve çok seviliyordu. Sarı ve kıvırcık saçları, beyaz teni ve yuvarlak iri gözleriyle o kadar güzel bir çocuktu ki onu nazarlardan korumak için kimselere göstermiyorduk.
Ama maalesef o uğursuz kış mevsiminde çok kötü bir “Sorik” (Kızamık) hastalığı geldi. Köydeki bir sürü çocuk Sorik hastalığına yakalandı. Hacer de bizim evden o hastalığa yakalanan çocuklardan biri oldu. O sene köyümüzde yirmi dört çocuk Sorik hastalığından öldü.
- Mala min xirab bû.
- Mala çend gundê xirab bû.
- Wê salê, dazde malên gund de bist û çar bûçik me dane axê.
Donakalmıştım o an. Hiçbir şey diyememiştim. Mezarlıktaki bütün o çocuk mezarları bir bir gözlerimin önünde canlandı. Annemin gözlerindeki yaşlar bir süre dinmedi. Farkında olmasam da annemin de uzun bir zamandır elinden kayıp giden gönül sancısı Hacer'ine için için ağladığını hissettim.
Sorik belası hemen her sene köye uğrar ve bir kaç masum çocuk bedeni almadan gitmezdi. Bu hastalık, çaresiz anne ve babaların yüreğinde öyle büyük bir acıydı ki onu tarif etmek için Çemê Aroşê dile gelmiş durmadan acı acı inliyor, uğulduyordu. Büyük Cilo Dağları yılın on iki ayı boyunca bağrında yatan bu masum yavrular için kefenini başından eksik etmiyordu.
Bu köyde gencinden yaşlısına evli olan her annenin bir sorik hikayesi mutlaka vardı. Gelinlerin ve kaynanaların aynı anda, aynı evde çocuk büyüttükleri bu köyde iç içe geçmiş acıklı hikayeler bitmezdi. Kaç kişi bu sorik belası yüzünden mirazini toprağa vermişti.
Mala Mihemedê Dîmo
Mala Mihemedê Qoyînî
Mala Heci Haciyê Qoyini
Mala Yabe
Mala Îsivê Biro u Silêmanê Biro
Mala Seydo
Mala Elîyê Seydo
Mala Hesenê Yabe
Mala Qasim
Mala Hebîb
Mala İsayê Zînê
Mala Heci Haciyê Nezîr
Her evden birkaç masum çocuk ruhu melek kanatlarını takıp Cilo Dağları'ndaki bu masal ülkesinin perisi oluyordu. Batı masallarının şen ve mutlu çocuklarının aksine, doğu masallarının çocukları hep bir yanları eksik kalıyor ve çok acıklı hikayelerin baş kahramanları oluyorlardı çoğu zaman. İmkansızlıklar içinde ruhunu teslim etmek çok uzun yıllar onların kaderi oldu.
...
Yıllar sonra bir hastane odasında anneme sormuştum:
- Anne, bana Hacer’i anlatır mısın?
- Ah oğlum! Hacer'imin sarı saçları vardı. Uzun kıvırcık sarı saçlarını taradığımda omuzlarının hizasına kadar gelirdi. Tarağı bıraktığım an saçları kıvrılıp başında, ensesinde toplanırdı.
- Bir gün saçlarını tararken ateşinin olduğunu fark ettim. Bu ateşi önceden biliyordum maalesef. Köydeki salgın, Hacer’imin de bedenini ele geçirmişti. Ateşi gittikçe arttı. Ateşi olanları sıcak yerde yatırırdık. Hacer’i de yorgana sardık, sorikleri ciğerlerinden dışarı çıksın ve hastalığı atlatsın diye şerbetler içirdik.
- ...
- Ertesi gün baban sabah erkenden koyunları yemlemeye gitti. Onun da içi hiç rahat değildi. Birkaç kere kapıya gelip, kapıyı aralayıp Hacer’e bakıp gitti. Gün ışıdığında ateşi iyice yükselen Hacer’i kucağıma alıp serin havaya çıkardım. Uzaktan babasına ve koyun sürüsüne baktı. Hacer’imin son bakışları oldu.
- Ana, babo hat, pezê me hat. dedi.
- Başı omuzuma düştü...
- ...