Zorunlu ve seçmeli din dersleriyle birlikte diğer derslerde de öğretim programlarının bilimsellikten uzaklaşması, değerler eğitimi ve dini vakıflarla yapılan protokoller, verilen seminer ve etkinlikler giderek yaygın somut örnekler oluşturmaktadır.
‘YAĞMURU MELEKLER YAĞDIRIYOR!’
Öyle ki bir okulda ana sınıfı öğrencilerine cehennemin örneklerle anlatılması, yağmurun meleklerle yağdırıldığının fen bilgisi dersinde konu edilmesi, 7-8 yaşındaki kız çocuklarının başlarının örtülerek cinsiyetinin çocuk kimliğinin önüne geçmesinin özgürlük olarak sunulması, karma eğitimden kız ve erkek sınıfları oluşturarak ya da devrelerini değiştirerek vazgeçilmesinin yaygınlaşması sıradan örnekler haline gelmeye başladı. “Kütüphane ya da laboratuvar olmasa da olur kız ve erkekler için mescidimiz var”, “Dersler namaz vakitlerine göre ayarlanabilir hiç sakıncası yok, nasıl olsa herkes Müslüman ve Sünni”, “Felsefe öğretmeni olmasa da olur din dersi öğretmeni bu dersi anlatabilir. Ders zaten hikmet felsefesinden ileri gitmemeli”, “Fen bilimleri dersinde ise sorgulayıcı merak uyandırıcı konular ya müfredattan çıkarılmalı ya da anlatılması engellenecek şekilde yer almalı”... Bu ve benzeri uygulamalar giderek yaygınlaşmış; öğretmen ve veli tarafından zaman zaman şikayet edilse de sonuçsuz kalmıştır.
‘DÖNÜŞÜM’E KARŞI MÜCADELE
13 yıllık AKP iktidarında eğitimin, eğitim ve din şûraları üzerinden kendisine zemin oluşturarak toplumsal dönüşümün aracı olarak kullandığını görüyoruz. Tekçi, militarist, ırkçı ve cinsiyetçi toplum anlayışı tüm kurum ve kurallarıyla eğitim sistemi üzerinden biçimlendirilmeye çalışılıyor. Elbette her egemen ideoloji kendi insan tipini yaratmak için çalışırken buna uygun düzenlemeleri de beraberinde getirecek.
ANA DİLİNDE EĞİTİM
Eğitim, sağlık, barınma gibi temel ihtiyaçlar karşılanmadığı gibi kuralsız çalışma son derece yaygındır. Suriyeli çocukların eğitim hakkı görmezden gelinerek sınırlı sayıda çocuk eğitim öğretimin bittiği saatlerde birkaç okulda kısa süreli eğitime alınmaktadır. Eğitim hakkıyla beraber onların da ana dilinde eğitim görme hakkı görmezden gelinemez. Egemenlerin aldıkları tutum ve yaptıkları düzenlemeler emekçi halkın çıkarına olmadığı toplumu kutuplaştırıp bölerek kendisine yedekleme çabasının ürünü olduğu her tür araç ve yöntemle teşhir edilerek karşı mücadele gerekçeleri ile iyi anlatılmalıdır. Eğitim hakkının parasız, kamusal, çok dilli ve kültürlü insancıl yanı öne çıkarılarak, içeriğinin nasıl olması bu konuda emek veren bilim insanları ile tartıştırılarak emekçilerin gündemine getirilmelidir. Eğitim emekçileri ve veliler yapılmak istenenleri iyi gözlemlemeli, verilen eğitimin sonuçlarını sorgulamalıdır.
Eğitim öğretimin rekabetçi ve sınav odaklı olmasına karşı, başta eğitim emekçileri ve veliler olmak üzere, var olanı kabul eden değil buna karşı nasıl bir tutum alınması gerektiği üzerine bir mücadele ortaya konulmalıdır. Öğrencilerin eleştirel ve sorgulayan eğitim alması ve evrensel değerlerle donatılmış bireyler olarak yetişmeleri önündeki engellere karşı nitelikli eğitim mücadelesi tüm eğitim bileşenleri ile birlikte verilmelidir.
EĞİTİMİN BÜTÇE PAYI DÜŞÜYOR, KAYNAK ÖZEL OKULLARA AKIYOR
Bugün artık Milli Eğitim Bakanlığının kendi okullarına bütçeden ayırdığı payı azalttığı, yardımcı personel alımını nerdeyse durdurduğu, öğretmen ihtiyacının her geçen gün arttığı ve ücretli, güvencesiz çalışan öğretmenlerle doldur boşalt yaptığı, okul yatırımlarını “hayırseverlere” bıraktığı bir süreci de hızla yaşamaktayız. Devlet okullarının bu durumu, eğitimin niteliğinin düşmesi sonucunu doğururken, bu da hem öğrenme süreci hem de okullaşmanın özelleştirilmesine zemin oluşturması adına kullanılmaktadır.
Veliler çocuklarını okutabilmek için her geçen dönem cebinden daha fazla harcama yapmak zorunda bırakılmıştır. Türkiye’deki aileler çocuklarının eğitimi için ortalama bir OECD ailesine göre gelirleriyle kıyaslandığında iki kat daha fazla para harcamaktadır. Türkiye’de en zengin yüzde 20 ile en yoksul yüzde 20’nin arasında eğitim harcamaları bakımından 14 kat fark olması, eğitim hakkından yararlanmada toplumdaki sınıfsal eşitsizlikleri de göz önüne sermektedir. Artık toplumda parası olanın daha iyi eğitim alma hakkının olduğu yargısı giderek yaygınlaşmaktadır.
AKP iktidarı döneminde de sayıları hızla artan ve artmasına göz yumulan dershaneler iktidar mücadelesinde Cemaatle yaşanılan anlaşmazlıkla özel okullara dönüşürken, yasal engeli aşmak adına da “Temel Lise” uygulamasına geçerek özel okul ısrarını sürdürmekte ve yaygınlaştırmak için de çaba harcamaktadır. Bunun yansıması lise eğitiminin niteliğinin düşmesi üniversite sınavına endeksli hale getirilmesi şeklinde kendisini gösterecektir.
Eğitimin bütçeden aldığı pay düşerken bunun da bir kısmının özel okullara aktarılması durdurulmalı, eğitimin kamusal niteliğine dikkat çekilerek, eğitime yeterli bütçe, devlet okullarına ihtiyacı kadar ödenek ayrılmasının mücadelesi velileri de kapsayan bir çalışma şeklinde yürütülmelidir.
2012 yılında 4+4+4 diye bilinen yasa ile eğitim sistemi yeniden yapılandırıldı. Toplumda ve konunun muhatapları arasında tartışılmadan eleştiriler dikkate alınmadan, iktidar erki üzerinden dayatılan bu sistemle okullar dini muhafazakarlıkla kuşatıldı. Aynı zamanda çocukların erken yaşta emek gücüne katılmasının ve örgün eğitimden uzaklaşmalarının da önü açıldı. Sadece son iki yıl içinde açık lise adıyla dışarıdan okuyan öğrenci sayısında yaklaşık 470 bin artış oldu.
Özel meslek liselerinin sayısı ise aynı sürede 10 kat, buradaki öğrenci sayısı ise 17 kat artmıştır. Öğrenci sayısındaki artışta devletin öğrenci başına verdiği 4 bin 500 TL ile 5 bin 500 TL arasındaki teşvik parasının belirgin bir etkisi oldu.
ÖRGÜTLÜ MÜCADELE VERİLMEDEN SORUNLAR ÇÖZÜLEMEZ
Eğitim emekçileri eğitim alanındaki bu yapılandırmadan en çok etkilenecek kesimdir. Eğitimdeki özelleştirmeler iş güvencesini ve performans tartışmalarını gündeme getirmiş, sürekli değişen öğretim prog-ramları ile mesleğine yabancılaşmış, hafta sonları dahil daha çok çalışıp daha az kazandığı, meslek itibarının toplum nazarında tartışmaya açıldığı bir dönemi yoğun olarak yaşamaktadır.
Eğitim emekçilerinin örgütlü bir mücadele vermeden yaşanan sorunların altından kalkması mümkün değildir. Bugün eğitim alanında 30’u aşkın sendika kurulmuştur. Bunlardan üçü diğerleri ile üye sayıları bakımından açık ara öndedir. Bir milyonu aşkın eğitim emekçisinin 700 bini sendikaya üyedir. Ama emek ve demokrasi mücadelesinde talepleri etrafında ne kadar örgütlüdür sorusunun yanıtı o kadar kolay değildir. Eğitim emekçileri iş yerlerinde eğitimin tüm bileşenleri ile hem nitelikli eğitim mücadelesini hem de emek ve demokrasi mücadelesini büyütmeli, örgütlü ve siyasallaşan sınıf mücadelesinin bir parçası haline getirmelidir.Evrensel