Küçük bir kızın, karı koca tarafından cinsel şiddete maruz kaldığı bir film var. Adını hatırlamadım şimdi. Bende kalan duygusu, o filmi seyrettikten sonra küçük çocukların cinsel tacizden sonra ne hissettiklerini az buçuk anlamıştım. Büyükler gibi hissetmiyorlar. En azından o küçük kız acı çekmemişti. Çünkü adama aşık olmuştu. Fakat yine de bilinçaltı bu olayı silmişti.
Yaş aldıkça daha derinlere itmişti taciz olayını.
Aradan uzun bir zaman geçtikten sonra annesinin bulduğu bir mektupla hayatı alt üst oldu. Önce yaşadıklarına direndi. Annesi ısrarla geçmişte kızının başına gelenleri öğrendiği için çok üzülüp, sen tacize uğramışsın dedi. O da hayır ben şu yaştaydım, kendi isteğimle onunla birlikte oldum, diye ısrar etti.
Albümleri karıştırırken rastladığı bir fotoğrafta aslında küçük bir çocuk olduğunu fark etti. Bulunduğu yaşından geriye baktığında başına gelenlere çok öfkelendi ve çok acı çekti. Sonunda kendisine şiddet uygulayan adamı bulup ondan intikamını aldı.
O zaman anladım her yaşın farklı bir duygusunun olduğunu.Bu gerçeklikten hareketle pedagoglar, çocuklarımıza her yaşta aynı soruya, yaşının gereği olan cevabı vermelerini isterler.
Sabah programlarından birinde benzer bir konu işleniyor günlerdir. 10 yaşından beri aynı evde yaşadığı üvey annesiyle birlikte, 19 yaşındaki bir erkek çocuğu, aşık olduklarını iddia ederek, evden kaçtılar.
Baba, bu durumdan hiç kuşkulanmamış. Çantasında uyuşturucu bulunan baba polis tarafından tutuklanmış. Belli ki bu ilk tutuklanması da değil.
Evin 8 yaşındaki küçük kızı devlet tarafından korumaya alındı. Programın bu durum hakkında söylediği o klişe söz: “Çocuk ailenin değil, devletindir.”
Bu cümle oldum olası beni hep rahatsız etmiştir.
Böyle programlarda çocuklar koruma altına alınınca başta program sunucusu olmak üzere herkes çok seviniyor. O çocuğun yaşadığı her kötülükten sonsuza kadar kurtulduğu hissine kapılıyorlar.
Bizim şiddet mağduru bir bakıcımız vardı. O da boşanınca çocuklarını devlet alıp ülkenin başka şehirlerine dağıtmış. Şimdi para biriktirip kendisine ait bir evinin olması için çalışıyor. Evi olursa ya da aylık kirasını düzenli ödeyebilirse,çocuklarını yeniden bir araya toplayabilir ve eksik de olsa aile olmanın eksikliğini giderebilir.
Çocuklarından büyük olanı sürekli annesini arayıp, onun yanına gelmek istiyormuş. 3 yaşında olan en küçük çocuk iseküçücük yaşında maruz kaldığı şiddet yüzünden konuşamıyormuş.
Çocukları devletin almasının sebebi, anneannenin kızını devlete şikayet etmesi. Beni annem şikayet etti, dedi. Sen çocuklarına bakamazsın, devlet onlara sahip çıkar, büyütür ve okutur demiş.
Ankara’dan İstanbul’a dönüş yolculuğumda o bakıcımızındurumunu uzun uzun düşündüm. Bu düşünce onun, aklını kiraya verdiği sonucuna ulaştırdı beni. O hayatı boyunca aklını hep kiraya vermiş ya da buna mecbur bırakılmış. İçinde yaşadığı toplum, ailesi, kocası hep aklına konakçı olmuşlar. İçinde bulunduğu olumsuz düşünce hali, zehirli bir virüs gibigünden güne çoğalarak aklını tamamen istila etmiş ve ele geçirmiş.
Bu düşünce hali ile Gar’dan hareket etmeden önce aldığım iki kitaptan ilkini okumaya başladım. Socrates’in Savunması. Okitapta, beden içindeki ruhun çok önemli olduğunu, onu geliştirme görevinin insanın asli görevi olduğunu söylüyordu. İnsan, şayet bunu beceremiyorsa ölsün ya da aklını başkasınaemanet etsin, diyordu.
İnce bir kitap olduğu için çabuk bitirdiğim o kitaptan aklımda kalan en temel düşünce şu oldu. İyilik ve kötülük anne ve babadan geçiyor ve etik denilen evrensel ahlak halininöğretilebiliyordu.
İkinci kitabım Jung’un “Kırmızı Kitap” isimli kitabıydı. Ona devam ettim. Aynı minvalde şeyler okudum. Bana iyi geldi okuduklarım.
Jung, insanların iki ruhunun olduğunu iddia ediyordu. Biri geçmişten geliyormuş, farklı özelliklere, ilgi alanlarına sahip olurmuş bu ruhlar. Jung uzun zaman iki ruhu arasında, onların ilgi duyduğu alanlar arasında çatışmalar yaşamış, sonunda iki ruhunun ortak ilgi alanı olan psikoloji de ilerlemeye ve onumeslek edinmeye karar vermiş.
Her insan Jung kadar kendisiyle ilgili değil maalesef. Oysa en temel görevimiz; kendimizi tanımak, kendimizi sevmek, kendimize merhamet etmek, kendi içimizde, ruhumuzun derinliklerinde yolculuk etmektir.
Yolculuğum bitip trenden indiğimde karmaşık düşünceler yumağı halinde evime doğru yol aldım. 19 yaşındaki bu çocuk, üvey annesinin tacizine uğramış. Ne zamandır taciz edildiğini belki kendi bile bilmiyor.
Aklını kiraya vermiş insan yığınlarının oluşturduğu toplum bu annenin ahlaksız, çocuğun da terbiyesiz olduğunu düşünüyor.
Oysa ortada ensest bir ilişki var.
Mevzu çok derin...
Bendeniz bu konuda cahil...
Güzel günlerde görüşelim ve görüşmelerimiz iyiliklere vesile olsun.